Skip to main content
.

Şükür mekanizmasından çıkmak Allah’ı unutmak demektir.

By 25 Kasım 2020Kasım 27th, 2020No Comments

“Hırs göstersen de insanların çoğu mümin olmaz.” (Yusuf 103)

“Muhakkak ki insanların çoğu gerçekten fâsıktır.” (Mâide 49)

“İnsanların ekserisi küfürde diretmektedir.” (Furkan 50)

“Onların ekserisi mümin olmadı.” (Şuara 8)

“Onların ekseriyatı ancak müşrikler olarak (dûniHİ algı ve zann’larıyla) Allah’a iman ederler.” (Yusuf 106)

“Şüphesiz ki Allah insanlara karşı fadl (lütuf) sahibidir, fakat insanların ekserisi şükretmez.” (Bakara 243)

“Şüphesiz ki Rabbin insanlara karşı mutlak bir fadl sahibidir. Lâkin onların ekserisi şükretmez.” (Neml 73)

Ra’d 1, Yusuf 103, Maide 49, Furkan 50, Şuara 8, Yusuf 106 ayetlerinden öğreniyoruz ki: İnsanların ekseriyeti iman etmiyor veya doğru iman etmiyor. Bakara 243 ve Neml 73 ayetlerinden de öğreniyoruz ki insanların ekseriyeti şükretmez. Bu durumda şeytan kendine düşeni yapıyor:

A’raf Sûresi 17: “Sonra andolsun ki onlara ön yönlerinden, arka yönlerinden, sağ yönlerinden ve sol yönlerinden geleceğim. Onların ekseriyetini şükredenler olarak bulamayacaksın.”

Ayet “inanıyorum” diyenleri ilgilendiriyor, çünkü imanı olmayanın şükür gibi meselesi yoktur. Ayetten öğreniyoruz ki: Şeytanın hedefi, “inanıyorum” diyenlerin şükür ile ilişkisini kesmektir. Bu hedefe ulaşmak şeytan için çok kolaydır, çünkü insan “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiasıyla şeytana her türlü kolaylığı hazırlar. İnsan “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiasıyla şeytanın vereceği her vesveseden istifade ederek zannlara girmeye, buradan da heva ve heves üretmeye çok uygundur. Ayrıca DuniHi algı ve zann’larını hayat tarzı olarak benimseyen insan, nefretten temizlenmeyi ve temizlenenleri sevmez, onun nefretleri tepe yapar. Bu hayat tarzının ileri gitmişleri, Hz. Lut aleyhisselam ve taraftarları için “onları memleketinizden çıkarın, çünkü onlar fazla temizlenenlerdir” demişlerdir (A’raf 82 ve Neml 56). Ayrıca Müminun Sûresi 70. ayette, bu hayat tarzını benimseyenlerin Hakk yoldan hoşlanmadığını ve bu insanların çoğunluğu teşkil ettiği vurgulanmaktadır. Oysa Tevbe-108’den öğreniyoruz ki; Allah, temizlenenleri sever…

Nahl 78: “Allah sizi analarınızın karnından bir şey bilmiyor olduğunuz halde çıkardı. Şükredesiniz diye size Sem’ (işitme sistemi), Basarlar (görme sistemi) ve Fuadlar (analiz-sentez sistemi) verdi.”

Müminun 78: “HU (O)’dur ki sizin için Sem’, Basarlar ve Fuadlar inşa etti. Ne az şükrediyorsunuz.”

Mülk 23: “De ki, sizi inşa eden, sizin için Sem’, Ebsar ve Fuadlar oluşturan O’dur. Ne kadar az şükrediyorsunuz.”

Furkan 62: “Tezekkür etmeyi ve şükretmeyi dileyen kimse için gece gündüzü birbiri ardına getiren O’dur.”

Bu ayetler bizi şu sonuçlara ulaştırıyor: Billahi anlamda iman edenlerin Hakk yolda gerçekleştirecekleri Kazanılmış Değişim’lerinde şükür mekanizması çok önemlidir; neredeyse “Kazanılmış Değişim”in olmazsa olmazı niteliğindedir. Şükür mekanizmasının bir matematik içerdiğini, hatır için bir teşekkür sistemi olmadığını görüyoruz. İnsanın, şükür mekanizması için donanımlı olduğunu, bunların da Sem’ (iletişim imkânları), Ebsar (görme, gözlem yapma, izleme ve seyir imkânları) ve Fuad (Sem ve Ebsar ile elde edilen bilgilerin kalpte analiz-sentezini yaparak bir sonuca varan) sistemi olduklarını öğreniyoruz. Sem’, Basar ve Fuad imkânlarıyla Allah’ın ayetlerini tezekkür edersek görürüz ki: Anın ve andaki tüm hallerin dileyeni, hüküm sahibi, yöneticisi ve istikrarını sağlayanı Allah’tır. Ayetlerdeki “ne kadar az şükrediyorsunuz” uyarısı Sem ve Basar’ından gelen bilgilerle Fuad’ında Hakk sonuçlara ulaşarak şükür mekanizmasına dâhil olmuşların bazıları içindir, bildiği ile amel etmeyi bazen yapan bazen unutanlar içindir! Şükür mekanizmasının hayat tarzı haline gelmesi ve bu durumun insanda kesintisiz bir hal alması, “Kazanılmış Değişim”in ileri basamakları için çok önemlidir. Bu uyarıdan öğreniyoruz ki şükür mekanizmasından çıkmak Allah’ı unutmak demektir.

Bakara Sûresi 152: “O halde zikredin beni ki zikredeyim sizi. Ve şükredin bana ve sakın küfretmeyin (ulaşacağınız Hakk hali artık örtmeyin).”

Maide Sûresi 6: “Allah size güçlük oluşturmak dilemez. Fakat sizi arındırmak ve nimeti üzerinize tamamlamak diler ki, şükredesiniz.”

Maide 6’dan anlıyoruz ki: Dünya hayatında Allah inananlar üzerine nimetini tamamlamak diler. Buna rağmen “şükredesiniz” öğüdünü anlayabilmek, görebilmek ve hissedebilmek, dolayısıyla da bu konuda şükredenlerden olmak hiç kolay değildir. Çünkü insan, dünya hayatının akış kuralları sebebiyle cehennemden yeterince korkmaz, cenneti de gerektiğince arzulamaz… Oysa Fatır Sûresi 32 ve 34. Ayetlerin Rasulullah (SAV) tarafından açıklandığı bir hadisten öğreniyoruz ki, o zor günde, din gününde bazı müminler birtakım noksanları sebebiyle cennete alınmayacaklar, mahşer günü tutsak bekletilecekler; o müminler cennete giremedikleri için çok üzülecek, çok tasalanacaklar. Ancak bir süre sonra Rabbimiz merhametiyle onlara nimetini tamamlayacak, onların noksanını giderecek, böylece onlar da cennete girecekler. İşte bu müminler, nimetin tamamlanmasının ne olduğunu öyle bir yaşarlar ve anlarlar ki çok şükrederler. Fatır Sûresi 34. Ayette anlatılanlar onlardır: “(Adn Cenneti’ne girenler) dediler ki: Hamd, hazanı bizden gideren Allah’a aittir. Muhakkak ki Rabbimiz Gafurun Şekur’dur.”

Kazanılmış Değişim”in Hakk yolda gerçekleşmesi Billahi anlamda iman ile başlar; Billahi anlamda imanın beyanı ile başlar. Bu beyan Kelime-i Şehadet’tir, “Amentü Billahi” demektir. Yalnızca beyan olarak Kelime-i Şehadet, “ben Kelime-i Tevhid’e şahit olmak için adayım” demektir. Çünkü amaç Kelime-i Tevhid’e şahit olmaktır. Kelime-i Şehadet’teki manaya dikkat ederseniz “kesinlikle şahidim ki” denilmektedir. Bu şahitlik yolunda, Billahi anlamda imanlı olmak şartıyla üç ana basamak vardır:

  1. Henüz nefse zulmün tam temizlenmediği ancak bu yolda kesintisiz gayret gösterenler.
  2. DuniHi algı ve zann’larının geri dönüşsüz temizlendiği, kalbi mutmain olan mutedil sınıfı.
  3. Bütün bu sınıflardan öne geçmiş, hayratta öncü olan mukarrebun sınıfı.

Rasulullah (SAV) Efendimiz, Fatır Sûresi 32. Ayeti izah ettiği hadisinde bu üç sınıfı cennetle müjdelemiştir. İşte bu şahitlik yolunda ilerlemeyi sağlayan “şükür mekanizması”dır.

Şükür Mekanizması esas olarak şu dört mananın birlikte çalışmasıyla oluşur:

  1. Hamd
  2. Şükür
  3. İttika (Allah’tan utanarak korkmak)
  4. Umut etmek

“Kader Manası” içerisinde talibin kendisine düşen payın amellerinden birisi de bu “şükür mekanizması”dır. Talib için Kader Matriksi’nin Yaşanabilir Hayat Normları içerisindeki ameli budur, yani bu şükür mekanizması “kaderin ameli”dir. Şükür mekanizması amelini talib hayatının her anına yerleştirme gayreti içerisinde bulunmalı, bu konuya antrenmanlarla başlamalıdır; ta ki bu hal onun normal hayat tarzı oluncaya kadar. Bu amaçla, talib her fırsat bulduğunda o an için şükredeceği bir konuyu tespit etmelidir. Korkuyu yaşayabilmek için de, elindekileri düşünüp “Allah bunları elimden alabilir” demeli, bunu bilmeli, bunun korkusunu yaşamalıdır. Bu konudaki “şükür ve korku halini” aynı anda yaşamaya çalışmalıdır.

Sahip olduklarımızı kaybetme korkusu yanı sıra Allah’tan “utanarak korkmayı” da mutlaka öğrenmeliyiz. Allah’tan utanarak korkmak ve bu halin mahcubiyeti ile boyun bükmek çok değerli bir kulluktur ve “değeri nedir?” derseniz, Allahu a’lem, değerini bir kul değil ancak Allah bilir.

Talib “her anın takdiri Allah’ın elindedir” ile kast edileni düşünmelidir, böylece “Hamd Allah’a aittir” konusuna girmiş olur. Hakk yolda bir de umut edinmelidir; böylece, “hamd, şükür, ittika ve umut” hallerini birbirleriyle ilişkilendirip tek kelimeymiş gibi tek mana yaparak hissetmeye çalışmalıdır. Bu antrenmanı da çok sıklaştırmak ve önemsemek gerekir.

Talib “şükür, ittika ve umut etmeyi” Hamd şemsiyesi altında toplamayı başarır ve tek mana yaparsa bilmelidir ki: Müminin şükrettiği hali Allah korur ve ona daha çok verir; müminin korktuğu şeyden Allah onu korur; müminin Hakk yolda umduğunu Allah o kuluna en uygun şekilde verir. Bu üç durum da, Kur’an’da Billahi anlamda iman eden ve bu imana uygun amel işleyenlere Allah’ın vaadidir.

Hamd şemsiyesinin Zikrullahı şöyledir: “SübhanAllahi velhamdulillahi ve la ilahe illallahu vallahu ekber. Ve la havle ve la kuvvete illa billahil aliyyil azim.”

Bu hali koruyucu Zikrullah ise şöyledir: “La ilahe illallahu vahdehu la şeriyke leh. Lehül mülkü ve lehül hamdü yuhyi ve yumitü ve hüve hayyun la yemütü, ebeden biyedihil hayr ve hüve ala külli şeyin kadir.”

Bu sebeplerden, bu iki zikrullahı beraber söylemek çok değerlidir. Rasulullah (SAV) Efendimiz buyurmaktadır ki: Bir kimse Allah’ın verdiği bir nimetin elinden gitmemesini isterse bolca “ve la havle ve la kuvvete illa billahil aliyyil aziym” duasını söylesin.

Şükür mekanizması inananın hayat mekanizması olmaya başlayınca, kişinin fıtratında olup kalıbından açığa çıkmak için bekleyen Allah’a teslimiyetin huzur hisleri, inananın Sadrını kaplar. Çünkü artık inanan “Rıza Kapısı”ndan içeri girmektedir.

Başlangıçta içine girdiği hali tam tanımlayamayan talib, her şeye “Allah’tandır” der.  Bu tanım, aslında talibin kendi dış âlemi için bir durum tespitidir. Durum tespitini nefsinde de yapmaya başlayınca, her şey için “Allah’tandır” tanımına nefsindeki tespiti de ekler ve “ben kaderimden razıyım” der. Talib “ben kaderimden razıyım” cümlesine, nefsindeki bu tespite sıkı tutunmalı ve bu tespitin izini sürmelidir.

Bu anlattıklarımızı “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiasından kurtulmamış ama inanan birisi de söyleyebilir ve benzer hisleri taşıyabilir. O durum, Amentü Billahi kapsamında olan ve Billahi anlamda iman edenin hisleri ve yolu gibi değildir. “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiası ile olan hisler hem o noktada kalır hem de bir gelir bir gider. Bu sebepten “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiası ile bunları yapan kişi bazen sebebini anlayamadığı bir huzur bulur, bazen de kendisini büyük bir çıkmazın içinde bulur. Bu kişi esas çözmesi gereken sorunun “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiası olduğunun farkına varmalıdır.

Talibin “her şey Allah’tandır” ve “ben kaderimden razıyım” hissiyatı çok önemlidir, ancak bir başlangıçtır; aslında talib çalışmaya ve ilerlemeye yeni başlayacaktır. Bu noktada Talib bilmelidir ki geriyi temizledikçe ön açılır. Yani DuniHi algı ve zann’ları temizlendikçe “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiası ile olan hayal, fikir, düşünce, yorum, konuşma dili ve beden dili ortadan kalktıkça Billahi anlamda imanın önü açılır ve talib yol alır. Yöntem, yolun önünü açmak değil, daima gerisindekileri temizlemektir. Çünkü yolun önü olan Ahsen-i Takviym yapının üstünü, yolun gerisindeki diye tanımladığımız Esfele Safiliyn zannlar fonksiyonsuz hale getirmiştir. Kur’an bu Esfele Safiliyn yapı için “kalpteki maraz” tanımını kullanmış ve bu marazdan temizlenen kalbe “Kalb-i Selim’’ demiştir. Şuara Sûresi 88 ve 89:  “O gün mal da fayda vermez, oğullar da! Ancak Allah’a Kalb-i Selim ile gelmiş kimse müstesna.”

Esfele Safiliyn formattan önce Ahsen-i Takviym yapının kalbı Allah’a karşı haddi aşmayı tanımadığı için, tabiatı gereği tahirdi, temizdi. Ancak Halifetullah vasıflı insanın cennet hayatı için gerekli olan, başlangıçtaki bu tahir kalp değildir, o tahir kalbın tekrar elde edilmesidir. Onun tekrar elde edilmesi gerekiyor ki işte bu Hakk Yol’da “Kazanılmış Değişim” ile olur. Hakk yolda “Kazanılmış Değişim”i yöneten “Rıza Yolu”dur. Ahsen-i Takviym’in Esfele Safiliyn öncesi kalbı razı ve teslim idi, ancak bunun bilincinde değildi. A’raf Sûresi 172. ayetten öğreniyoruz ki insanın kalbı o teslimiyet ve rıza sebebiyle, başlangıçtaki Ahsen-i Takviym yapıya Rabbi “Ben Rabbiniz değil miyim?” diye sorduğunda, o temizlikle “evet, bilfiil şahidiz ki, Rabbimizsin” dedi. Ama gerekli olan bilinç onda yoktu. Ahiretteki cennet ikramı için, Halifetullah vasıflı insanın, aynı manada ancak o mananın bilincini kazanmış olarak ‘’Allahümme ente Rabbi’’ demesi gerekir. ‘’Allahümme ENTE Rabbi’’ seslenişi bu sebeple çok değerlidir.

“Her şey Allah’tandır ve ben kaderimden razıyım” diyen talib, “Rıza Lokmaları”nı sindirdikçe yeni hissiyatlara açılır ve “Kader Manası” içerisinde Allah ile birlikteliğini görerek bu kez “her şey Allah ile ve ben kader içerisinde RAZI bir kulum” der. Ve bu yüksek idrakın kendine has bir hayat tarzı vardır, onu aynı hayat tarzında veya daha ileri olanlar ancak anlayabilir. Talibin ilerlemesi dilenmişse onun hayat tarzından “Kader Manası” razı olur. Kulun razılığıyla “Kader Manası”nın razılığı tek razılık oluşturunca talib “Kader Manası” içerisinde “Allah ile birlikte” hissiyatından sıyrılır ve “İlla Billâh” dediği bir hayat tarzına ulaşır. Bu kuldan Allah’ın da razı olmasıyla yeni bir hayat başladı. Allah’ın rızasının olması, kulun dünya hayatı sürecinde bazı tercih ve fiillerinden Allah’ın hoşnut ve razılığı ile talibin ilerleme sürecinde bir mertebe olan ve Allah’ın o kula yeni bir hayat tarzı ikram ettiği razılığı farklı durumlardır. Her üç hal de kulun Muhtariyeti Tercih Gücü Yetkisi’ni değerlendiriş şekliyle alakalıdır. Kulun kendi razılık mertebeleri de kulun Muhtariyeti Tercih Gücü Yetkisi’yle alakalıdır. Görülüyor ki: “Kader Manası” içerisinde, “Kader Matriksi” içerisinde ve “Yaşanabilir Hayat Normları” içerisinde akışa ışık tutan, kulların Muhtariyeti Tercih Gücü Yetkilerini değerlendiriş şekilleridir. Muhtariyeti Tercih Gücü Yetkisi’ni ortadan kaldıran bakış açıları, kader konusunu anlatabilmeyi ve amellendirebilmeyi başaramayabilirler.

Kazanılmış Değişim”i Hakk yolda gerçekleştirmeyi tercih etmiş olan halifetullah vasıflı insan yol kat ettikçe, Allah’a şükrünü, Allah’tan razı halini bir ifade ile gösterme arzusu duyar ve bu arzusu o talibi Allah’a secdeye sevk eder. Talibin bu secdesi meleklerin secdesinden bile çok farklıdır; işte talibin Muhtariyeti Tercih Gücü Yetkisi’ni kullanarak razılığını ifade tarzı olan bu secdesi kazanılmış bir değişimdir.

“Kader Matriksi”, Halifetullah vasıflı insanın Muhtariyeti Tercih Gücü Yetkisi’ni kullanması yöntemiyle çalışan ve nefslerin “Kazanılmış Değişim”lerine kendilerinin şahitliklerini sağlamak üzere de “Yaşanabilir Hayat Normları” üzerinden yürüyen, “Kazanılmış Değişim” ile Allah’a secde eden ve Allah’a asi olup haddi aşan nefsleri belirleyerek, buna göre nefslerin gerçek hayat olan ahiret hayatlarındaki konumlarını belirleyen bir eleme programıdır. Bütün bu süreç bir tek mana içerisinde bütünleşir ki bu “Kader Manası”dır.

Kader Manasını fark eden kulun hamd, şükür ve umut içerisindeki nefsini saran ittika hisleriyle bulacağı sonucu ve duayı bize Tevbe Sûresi 118. ayette Rabbimiz öğretir: “Nihayet Allah’tan yine Allah’a sığınmaktan başka çarelerinin olmadığını anlamışlardı.”

Rasulullah (SAV) Efendimiz bu doğrultuda bize şu duayı öğretmektedir:

“Allahümme inni euzü bi rızake min sehatıke ve bi muafetike min ukubetike ve bi rahmetike min gadabike ve EUZÜ BİKE MİNKE, la uhsiy senaen aleyke ENTE kema esneyte ala nefsik.”

“Allahım, hoşnutsuzluğundan rızana, cezalandırmandan bağışlamana, gazabından rahmetine, SENDEN SANA SIĞINIRIM. Senin kendine olan senan gibi sena etmekten aczimi itiraf ederim. (Âmin)”

Mustafa Yılmaz DÜNDAR

KADER KONUSUNU ANLAYABİLMEK için bir fikir paylaşımı, Sayfa: 146-168