Skip to main content
.

Nur: Hakk bilginin ve aklın barınağı, yansıması, şiddeti ve ışığı…

By 6 Aralık 2021No Comments

Rasulullah (SAV) Efendimiz “salât gözümün nurudur” buyurmuşlardır.

“Salât ikamesi benim için çok değerlidir, onu önemsiyor ve seviyorum” manasıyla birlikte bu hadisten anlıyoruz ki salât ikamesi gözlere bir nur kazandırmaktadır. Salât esnasında gözler özellikle secdede iken nurlanırlar. Secdede gözlerin yumuk değil açık olmaları önemlidir. Bu iki türlü yaşanır secdede: Görme vasfını yerine getiren bir göz ise yumulmaması, açık olması lazımdır; secdede açık olması gerekir. Ama gözlerin açık olması aslında idrakın açık olması demektir. Yani gözlerin açık olması “Ey salât ikame eden! Secdedesin, nerede olduğunu bil. Yaptığın işi bil. Bir rutin, bir alışkanlık gibi secde yapmaktan kendini kurtar zihnin açık olsun; zihnin ve idrakın secdede olduğunun bilincinde olsun.” manasınadır da…

Gözlerin nurlanması için görme özelliği olan bir göz olması şart değildir. Görebilse de göremese de salât, salât ikame edenin gözünün nurudur. Göz ve görebilmek, hissedebilmek, anlayabilmek, fark edebilmek, ayırt edebilmek, kavrayabilmek, ilişki kurabilmek, kıyas yapabilmek, idrak edebilmek, en önemlisi hayal edebilmek gibi fonksiyonlarla hem ilişkilidir hem de onları temsil eden bir ifadedir; göz ve görebilmek. Konuşma dilinde de “niyetini görebiliyorum” gibi ifade edişler bu sebepten vardır.

Yine Rasulullah (SAV) Efendimiz “salât müminin miracıdır” buyurmuşlardır.

Efendimiz (SAV)’in bu iki hadisini, bu iki açıklamasını birlikte değerlendirecek olursak: Miraç, dünya hayatının esfele safiliyn bakış açısından, Allah’tan uzak düşmüş duniHİ algı formatından, ahseni takviym fıtrata doğru gerçekleştirilen nurani bir yükselişle, Allah’tan uzak olan nelerse onları Allah’a ulaştırmakla başlar. Miraç bu noktadan itibaren nur üstüne nur ekleyerek bir nur katmanından diğer bir nur katmanına yükselerek Biiznillah devam eder… Bu nur katmanları, o katmanlara ulaşacak kişinin, o katmanları hissedecek kişinin o anki hislerinin, hayalinin dayanabilme, anlayabilme, onları hayaline nakşedebilme halleriyle ilişkilidir; bu yüzden katmanlar oluşur. Billahi anlamda iman edenlerin salât ikameleri onları miraca derece derece yükselten Burak’larıdır.

Billahi anlamda iman edenlerin gözleri, gözlerinin temsiliyle ifade edilen akılları nurlarına kavuşur; kalplerinde de İslam Nuru, İman Nuru, Marifet Nuru, Lüb Nuru olarak nur basamakları aktifleşir, hayat bulur.

Hakk bilgi ve aklın barınağı, yansıması, şiddeti ve ışığı olan Nur, Billahi anlamda iman eden ve bu imana uygun fiiller ortaya koymaya gayret edenlerin hayat tarzlarının eseri olarak A’raf-26’da bahsedildiği üzere bu kişilerin sadırlarından süzülür, sızar… Bu kişilerin sadırlarından süzülen, sızan bir nur olarak da onların Takva Elbiseleri’ni oluşturur.

Yaratılan bütün kullar İlmullah’ta Allah’ın dileğinin, emrinin mana veya fiili olarak ilmi suretleridir. İlmullah da Allah’ın Kendini Hissetmesi’nin bir yansıması olarak bir nurdur. İlmullah Allah’ın Kendini Hissetmesi’nin bir yansıması olarak bir nurdur ve kast edilen her tür nurun, her derecedeki nurun esasını ve kaynağını oluşturur.

Şimdi, Nur Suresi 35 ve 36 ayetlerinde verilen Allah misalini inceleme ve anlama, anlayabilme çalışmamıza şu ipuçları ile devam edelim:

Bu ipuçlarından birincisi, Ahzab-46 ayetinde Rasulullah (SAV) Efendimiz’in “Nur saçan bir kandil”e benzetilmiş olmasıdır. Birinci ipucumuz budur.

İkinci ipucumuz, İbn-i Mesud (ra)’a ait bir açıklamadır.  İbn-i Mesud (ra) Nur Suresi 35. Ayette verilen Allah misalindeki “lamba”nın müminin kalbinde olduğunu söylemiştir. Mübareğin bu açıklaması ikinci ipucumuzdur.

Üçüncü ipucumuz, Ubey ibni Ka’b’ın açıklamalarıdır; “iman eden kimsenin kalbinin misali, içinde lamba bulunan bir kandil gibidir” demiştir.

Bu üç ipucundan yararlanarak Nur Suresi 35. Ayeti anlamaya, orada verilen misali çözmeye devam edersek Allah misali bize şöyle söylemektedir: “O’nun nurunun misali içinde lamba bulunan bir kandillik gibidir. O lamba kristal bir fanus içerisindedir. O fanus da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki…”

Ayet devam edecek. Biz şimdi incelemek üzere buraya kadarını aldık.

Mişkat (kandillik) halifetullah vasıflı insanın moleküler yapısının misalidir. Yani bu Allah misalindeki kandillik bedendir.

Kandilde lambanın bulunduğu esas kısım ise bedenin sadrıdır.

Bir diğer ifadeyle kandillik, kulların birbirlerini fark etmeye, görmeye, ayırt etmeye sebep olan Birbirine Göre Var olan halleridir.

Kristal fanus ise halifetullah vasıflı insanın Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusunun kalbıdır. Bu kalb, Rum-30’a göre Allah Fıtratı üzere yaratılmıştır. Bu kalb, Tiyn-4’e göre Ahseni Takviym vasıflıdır. Bu kalbın her noktasını Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu kaplamıştır. Dolayısıyla fanus ile misallenen kalp; kristal gibi parlak, inci gibi gizli, özel ve değerli, yıldız gibi de kendine has ve hidayete rehberdir.

Kalıbın Ahseni Takviym vasfı onun tamamen Hakk bilgi ve akıl ile donanımlı olması demektir. Bu durum da Ahseni Takviym sebebiyle fanusa kendine has bir nur kazandırır. Ahseni Takviym Hakk bilgi ve akılla donanımlı ya, öyle bir vasıf ya… Hakk bilgi ve aklın bir ışıması, bir yansıması vardır, bu yüzden Ahseni Takviym vasıf sebebiyle kristal fanus bir nur kazanır.

Fanus aynı zamanda insanın Kendinde Kendine Göre Var halidir. Kendinde Kendine Göre Var halin esası ve sağlayıcısı ise Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu’dur. Halifetullah vasıflı insan Kendinde Kendine Göre Var halini Allah adına “BEN” diye takdim etiiğinde insanın nefsi şekillenir.

Fanus içerisindeki lamba (misbah), Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusunun kalbının insan vücudundaki irtibat ve yönetim merkezi olan kalpteki Lüb Nuru’dur. Misbah (lamba) huzur veren bir yansımadır, ışıma yapan bir nurdur.

Ra’d-28 ayette, hatırlarsanız, “kalpler ancak Zikrullah ile huzur bulur” açıklaması vardır. Bunu şöyle tefekkür edebiliriz: Kalpteki lambanın yanmasını, aktif olmasını engelleyen “nur söndürücüler” sadrdan temizlenirse kalp ışığına kavuşur, nur Hakk bilgi ve akıl olarak çalışmaya başlar; kalp nuruna, kalbin sahibi kul da Rabbine kavuşur. Sonuç kesintisiz huzurdur.

Halifetullah vasıflı insan yaratılan diğer kullar gibi, İnfitar-8 ve Teğabun-3 ayetlerinde belirtildiği üzere, Allah’ın ilminde O’nun dileğinin ilmi suretleridir, Var Gibi Görünenleridir.

Necm-32’den öğreniyoruz ki insanın dünya hayatına dâhil olmak üzere yaratılması önce toprak ve balçıktan sonra da cenin yoluyladır. Sa’d 72 ve Secde-9’a göre de halifetullah vasıflı insana Allah Ruhundan nefhettiği zaman insan nûruna kavuşmuştur. Yani, kristal fanus misaliyle anlatılan insanın kalbı “Kayıtlı” olarak kendini hissetmiş ve bu hissedişin ışıması, yansıması da onun nurunu oluşturmuştur.

Hac-5, Mü’minun-14, Secde-9, Sa’d-72 ve İnfitar-7 ayetlerine göre Allah, Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu’na kavuşan insana daha sonra “Kendini Bil” emri verince o insan Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu ile Kendinde Kendine Göre Var halini fark etti ve yaşadı. Bu hislerini de Biiznillah Allah adına “BEN” diyerek takdim etti. Böylece halifetullah vasıflı insanın nefsi şekillendi. Kandillikteki lamba yandı çünkü kalbin nuru belirdi.

Elbette bu sıraladığımız akış halifetullah vasıflı insanın Ahseni Takviym yapısı için böyledir. A’raf-172 ayetinde belirtildiği üzere halifetullah vasıflı insan kavuştuğu bu nur ile sahip olduğu Hakk bilgi ve akılla “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusuna “Evet. Şahidiz, Rabbimizsin.” cevabını vermiştir. Böylece işte bu nur ile halifetullah vasıflı insanın kalbına bu cevap ve bu şahitlik nakşolunmuştur.

Tiyn-5 ayetinde belirtildiği üzere de halifetullah vasıflı insan dünya hayatının gereği olarak esfele safiliyn hale reddedilmiştir, ancak onda hala Ahseni Takviym fıtrat ve esfele safiliyn format dengededir, kalbin nuru sönmüş değildir. Ancak insan tercihinden sorumlu olduğu hale gelince tercihleriyle bu dengeyi bozmuştur.

İnsan duniHİ algı ve zannlarını tercih etmekte inatçı ve ısrarlı olunca, sadrını kaplayan zann havuzunun ürettiği heva ve heveslere tabi olmuştur, “Müstakilen varım ve muhtarım” iddiasında bulunmuştur, nefsini ilahlık hissiyatına büründürmüştür. Nefsinin şer bir davranışı olarak bu ilahlık hissiyatını kendi adı namına söylediği “BEN” ile takdim etmiştir. Bütün bu zannlara uygun hayal, fikir, düşünce, yorum, konuşma dili ve fiilleriyle Enbiya Suresi 29. Ayette belirtildiği üzere ve kınandığı üzere “ben bir duniHİ ilahım” demiştir. Artık sadr, ilahlık hissiyatları zanların hâkimiyetindedir. Bu zannlar Mutaffifin-14 ve Nahl-106 ayetlerinde belirtildiği üzere kalbin fonksiyon yeteneklerinin ve doğrudan beyin ile olan irtibatının ortadan kalkması için kalbi kılıflar ve örter. Böylece kalbin nuru pasifsize edilmiş, sönmüş, söndürülmüş olur. Yani kandillikteki lamba sönmüş olur. Bu durumda Hakk bilgi ışık yayamaz, saçamaz.

Çünkü sadrda ilahlık hissiyatı varsa kalpte nur gözükmez. İlahlık hissiyatı ve Allah’ın Nuru bir arada olmaz…

Bir duniHİ ilah, içine girdiği ilahlık hissiyatının savunucusu, hücumcusu, inatçısı ve ısrarcısı olmayı sürdürürse Bakara-18 ayetinde belirtildiği üzere, Allah böyle kişilerin kalplerini mühürler ve onlar Hakk bilgilere karşı sağır, kör ve dilsiz olarak yaşarlar, Allah’ın nuruna bir daha asla kavuşamazlar.

Allah’ın nurunu söndüren en belirleyici davranış, bir kişinin kendi adı namına “BEN” demesi ve buna uygun konuşma dilidir.

Tevbe-32 ve Saff-8 ayetlerine de dikkat edelim, bu ayetlerde Allah şöyle buyurmaktadır: “Onlar ağızlarıyla Allah’ın Nurunu söndürmek istiyorlar.”

Ayetle öğreniyoruz ki: Özellikle inkârcı duniHİ ilahların daha sonra da onlara meyleden her tür duniHİ ilahın Allah’ın nurunu söndürmek ve itibarsız yapmak için yöntemleri ağızlarıdır, yani konuşma dilleridir…

Mustafa Yılmaz DÜNDAR

Ve DarabALLAHU Meselen-10’dan…