Halifetullah Vasıflı İnsan için en derecesi yüksek infak, esas infakı gerçekleştirmiş ve Allah indinde cömert kabul edilmiş bir kul olarak diğer kullara infaktır. Bu vasıftaki kullar Hadid Suresi 7. Ayetin kapsamına girmiş olurlar: “Allah’a ve O’nun Rasülüne Billahi anlamda iman edin. Hakkında sizi halife olarak tasarruf sahibi yaptığı şeylerden infak edin. Sizden Billahi anlamda iman eden ve infak yapan kimseler için ecr-u kebiyr vardır.”
Hedefimiz bu ayetteki “ecr-u kebiyr”e yani o büyük mükâfata, büyük karşılığa ulaşmaktır. Ona ulaşmanın ayette iki şartı var: Allah’a ve O’nun Rasülüne Billahi anlamda iman etmek ki bu zaten esas infakı yapmaktır ve Billahi anlamda iman etmenin gereğidir. Bilelim ki; esas infak yapılmadan Billahi anlamda iman gerçekleşmiş olmaz, Billahi anlamda imanı sağlayacak şey bu esas infaktır. Bu sebeple bu ayetteki birinci şart, birinci öneri budur: Esas infakınızı yapın! Yani Allah’a ve O’nun Rasülüne Billahi anlamda iman edin. Sonra ikinci şart geliyor: Ve sizi halife olarak tasarruf sahibi yaptıklarını, size verdiklerini, işte onları Allah adına ilgili noktalara iletmek suretiyle infak edin. Hadid Suresi 7. Ayet böyle buyuruyor: Sizden kim esas infakını yapar, sonra da Allah’ın verdiklerini ilgili noktalara iletirse, onlar için ecr-u kebiyr vardır.
Esas infak Allah adına “BEN” demektir. Ancak Allah adına “BEN” diyerek esas infakı yapanlar Allah indinde cömert sayılırlar. İşte bunu yapıp da Allah indinde “cömert” sayıldıktan sonra kişi bir görevli olarak Allah’ın verdiklerini Allah yolunda, Allah için ve Allah adına Allah’ın kullarına, ilgili yerlere ilettiğinde, onların bu hallerini gören ve bilen insanlar da bu kişilere “cömert” derler. İnfakı yapan kişilere insanların cömert demesi insan indinde bir tespittir. İnsanlar bu kişilerin Allah indindeki cömertliğini bilemezler. Dolayısıyla, esas infakı ile Allah indinde cömert hale gelen kul, kullara infakıyla da insanlar indinde cömert kabul edilmeye başlanmıştır. İşte böyle insanlar iki cömertliği de gerçekleştirdikleri için “Kamil Cömert” olurlar. Kâmil cömerdi anladık ve tanımladık, şimdi Bakara Suresi 261. ayette bize verilen Allah misaline birlikte bakalım.
Bakara Suresi 261. Ayetle verilen Allah misali kâmil cömertler için bir kıyaslama içermektedir; “Kâmil cömertler yedi başak bitiren, her başağında da yüz tane bulunan tek tane gibidir” denilmektedir. Tabi, infak etmeyi yalnızca maddi kaynaklarla ilişkilendirmemeliyiz, bu kabul konuyu çok noksan yapar. Eğer infak denilince akla yalnızca para ve maddi kaynaklar gelirse kâmil cömert olmak için çok zengin olmak gerekir ve fakir olanlara kâmil cömertlik yolu kapalı olur, onlar hiç bir zaman Hadid Suresi 7. Ayet kapsamına giremezler. Elbette durum böyle değildir.
Öncelikle şunu bilmemiz gerekiyor ki İlahlık Hissiyatı ile hareket etmenin ve buna göre bir hayat tarzı oluşturmanın zenginlik ve fakirlikle ilgisi yoktur! Bunun için Halifetullah Vasıflı İnsan olmak yeterlidir. O halde esas infakı her Halifetullah Vasıflı İnsan gerçekleştirebilir. Esas infakı gerçekleştiren kişi maddi imkân olarak zengin olmasa da elbette Allah’ın ona verdikleri vardır ve bu verilenlere ihtiyaç duyan kullar da vardır. Dolayısıyla, zengin fakir ayrımı olmaksızın kâmil cömert olma yolu biz inananlara daima açıktır.
Rabbimiz Bakara (261) ayetinde verdiği misalde “kâmil cömertlere 1’e karşılık en az 700 kat” vereceğini vaat etmektedir. Ancak bilelim ki kâmil cömertler, “ben şu kadar verdim, Allah da bana şu kadar verecek” gibi bir hesabın, bir ticaretin içerisinde hiç bir zaman olamazlar. Böyle olmasına rağmen, Bakara (261) “1’e 700”, En’am (160) ise “Billahi imanlıların Allah için her kıpırdamalarının karşılığının 1’e 10” verileceğini vaat etmektedir. Billahi anlamda iman edenlerin Allah için her kıpırdamaları 1’e 10 verilecektir vaadi sebebiyle Rasulullah (SAV) Efendimiz; “bir Billahi imanlı için 1’e 1, nasıl olur da 1’e 10’u geçer?” buyurmuşlar, böylece inananlara ahiret hayatıyla ilgili olarak büyük bir umut aşılamışlardır. Billahi imanlı kâmil cömertlerin infak sınıfına giren kıpırdamalarında hesap en az 1’e 700 olacak şekilde görülmektedir. Ancak Allah’ın infaka karşılık neler vereceği, verilenlerin neler olacağı bilinmeyen bir hesap işidir; kul bu hesabı hem izleyemez hem de anlayamaz. Bilinen şudur ki, bu durumda kullar için en hayrlı olacak durum amaçlanmakta ve kulun Hakk yolda ulaşacağı Kazanılmış Değişimini en olumlu etkileyecek ihtiyacı neyse, kul görevli olarak yaptığı bu hizmetin karşılığını en az yedi yüz kat olarak alacaktır.
İnfakı en makbul, en dereceli şekilde yapan nefs halini bir misalle anlamak üzere, infak yapan bir mümini ve o müminin bu infakta rol almış olan elini düşünelim. İnfak illa elle yapılan bir hayr elbette değil; günümüzde parasal infaklar infak edenin vücudu, eli söz konusu olmadan dijital gerçekleştiriliyor. Ayrıca esas infakın tamamen nefs üzerinden yürüdüğünü de görüp, vereceğimiz misaldeki mümini ve elini bir temsil olarak düşünelim. Bir mümin elini kullanarak bir para infakı gerçekleştirmiş olsun. İnfaktan sonra, infakta rolü olan eli mümine “şu kişiye şu miktarda para hayrı yaptım” gibi bir şey söyler mi, böyle iddialarda bulunur mu? Elbette ki hayır! Bu dünya şartlarında el böyle şeyler düşünemez bile… Müminin eli yalnızca görevini yapmıştır. İşte, müminin onun dediğini yapan eliyle ilişkisi gibi, kişi nefsini Allah’ın eliymiş gibi bir pozisyona ulaştırabilirse, bu nefsin mertebesini bir kul kavrayamaz. Bunu ancak Vâsi’un Aliym olan Allah bilir. Peki, böyle düşünmek doğru olur mu? Elbette olur. Tevbe (14)’de “Onlarla savaşın ki Allah sizin ellerinizle (sizin elleriniz olarak) onları cezalandırsın”; Enfal (17)’de “Attığın zaman da sen atmadın, Allah attı” buyrulmaktadır. Bu ayetlerden anladığımızı konumuza uyarlayacak olursak, şöyledir:
“Esas infakınızı gerçekleştirin ki Allah sizin ellerinizle infak yapsın.”
“Verdiğin zaman da sen vermedin Allah verdi.”
Bu durumda zihinden “Aslında her şeyi yapan zaten Allah değil mi?” gibi basit düşünceler geçebilir. Evet, bu doğru; ancak bizim şimdi örneklendirdiğimiz konu ve zihinden geçebilecek bu cümlelerin konusu Doğu ve Batı’nın birbirlerinden farkı gibi farklı, ayrı şeylerdir. Bazen konuları anlatırken kullanılan fiiller yazı ve harf olarak benziyor olabilir, ancak konular birbirlerinden çok farklıdır, derinlikleri çok farklıdır. Bakın: Kişinin zihninden geçti ve dedi ki zaten yapan Allah’tır. Bu Nisa Suresi (78)’e göre doğrudur. Oysa bizim şimdi anlatmaya çalıştığımız “Sen vermedin Allah verdi; sen atmadın Allah attı” hali ise Nisa (79)’a göre doğrudur. Eğer başarabilirsek bu iki doğruyu cem ederek, çakıştırarak esas doğruya, esas manaya ulaşmalıyız; çarpıştırarak değil. Bu anlattığımızla ilgili olarak detaylı bilgi edinmek arzu edenler “Kader Konusunu Anlayabilmek” kitapçığının 6. Bölüm’ünde “Billahi Anlamda Hürriyete Destek ve Müdahale” bahsine bakabilirler.
Bakara Suresi (265)’de “Allah rızasını (razılığını) isteyerek ve nefslerinden bir tespit ile mallarını infak edenler” tanımı vardır. Bu tanım, esas infakı gerçekleştirmiş sonra da insanlar indinde cömert olacağı infakı yaparak kâmil cömert olmaya gayret edenleri anlatır. Ayetteki tanıma dikkat edin: Allah rızasını/razılığını isteyerek ve nefslerinden bir tespitle… Peki, ayetimizdeki “nefslerinden bir tespit” nedir? Nefslerinden bir tespit, nefslerinde açtıkları yanlış cepheyi temizlemek demektir. Allah rızasını, razılığını isteyerek ve nefslerinden bir tespitle; yani esas infaklarını gerçekleştirerek mallarını infak edenler… Yani önce esas infakını gerçekleştirmiş, sonra da insanlar indindeki infak görevini yapanlar… Neden böyle bir tanım yapılıyor? Ancak Allah indinde cömert olduktan sonra insanlar indinde de cömert sayılınca KAMİL CÖMERT olunduğu için. Bakara (265) ayetindeki Allah misali, işte bu hale gayret edenler için verilmiş bir misaldir…
Ayette bize verilen Allah misalindeki tanıma uyan Kâmil Cömert’lere hitaben şöyle buyrulur: “Sizin haliniz, kendisine kuvvetli bir sağanak yağmur isabet edip de yemişlerini iki kat vermiş tepedeki bir bahçeye benzer. Ona bol yağmur isabet etmese bile bir çise yeter.” Onlar için ayette böyle denilmektedir. Şunu belki düşünebilirsiniz: Ayette tarif edilen bahçenin ürünü iki kat artıyor, oysa Bakara (261)’deki Allah misalinde en az yedi yüz kat artacağı vaat edilmişti? Oysa burada iki kat artış var. En az yedi yüz iken şimdi ürünün iki kat arttığı bir bahçe örnek verildi, sevap azaldı mı? Zihinden böyle bir şey geçebilir ama şöyledir: Ürünün bir kat artması en az yedi yüz kat artmasıdır. Dolayısıyla bu ayet, en az yedi yüz denilenin iki kat arttığını ifade etmektedir. Ürün bir kat artınca Bakara (261)’deki Allah misalindeki gibi karşılık en az bire yedi yüzdür. İki kat arttığında, en az yedi yüz kat artma hali iki kat artmış olur.
Allah misallerinde böyle sevaplar söyleniyor ama bu hesaplar yeterince anlaşılmış değildir. Lütfen dikkat buyurun. Bunlar İlahlık Hissiyatı menfaati kârları değildir, yani dünya hayatı yaşantısının hırslarının karşılıkları değildir. Hem böyle olduğu için hem de Kazanılmış Değişim’in ne denli önemli ve kıymetli bir olay olduğu yeterince bilincinde olunamayan bir durum olduğu için, bu mükâfatların her zerresinin gerekliliği ve değeri yeterince görülemiyor. Oysa Enbiya Suresi 47. Ayet “işte o kıyamet günü kıst terazileri koyarız, hiçbir nefs en küçük bir zulme uğramaz. Yapılan iş bir hardal tanesi dahi olsa onu getiririz. Hesap gören olarak Biz yeteriz” buyurmaktadır. Ayette çok önemli bir kavram var; Kıst Terazileri! Ama hem Esfele safiliyn format hem de İlahlık Hissiyatı insanlara onlar için bu denli önem taşıyan “Kıst Terazileri”ni önemsiz kılıyor hatta bazılarına göre de yok saydırıyor.
Bakara (265)’de verilen Allah misalinin bize bir söylediği de şudur: Esas infak Allah indinde o derece kıymetlidir ki onu gerçekleştirmiş insanların küçük sayılacak hizmetleri bile bir çise yağmur benzetmesinde olduğu gibi mükâfatlar için yetebilir. Çünkü her işin esasıyla birlikte göreni ve bileni Allah’tır.
Kendi kriterlerine göre kendisini samimi bir inanan bilen ancak duniHi algısından, Müstakilen Varım ve Muhtarım İddiasından, içerisinde bulunduğu İlahlık Hissiyatından habersiz olarak İslam’ın ilmihali ile sıkı meşgul olmaya çalışan bir duniHi ilah da kendi zannlarına göre Allah yolunda, Allah için, Allah adına infak yaptığını söyleyebilir. Böyle kişilere Bakara (264)’de verilen Allah misali diyor ki, infaklarınızı Allah’a ve ahiret gününe inanmayanlar gibi yapmayın! Böyle bir uyarı var. Lütfen dikkat buyurun: Kendi kriterlerine göre samimi bir inanan ne olursa, nasıl olursa, hangi halde olursa Allah’a inanmayanlar gibi davranır acaba? Demek ki böyle bir durum var! Böyle bir yanlış yapılıyor ki ayet uyarıyor: İnfaklarınızı Allah’a ve ahirete inanmayanlar gibi yapmayın… Demek ki böyle olanlar var. Ayrıca böyle olanları tek tük de zannetmeyin. Ayetlere göre, onlar insanlar ve inananlar içerisinde çoğunluktalar. Ayet bu çoğunlukta olanları uyarıyor: İnfakınızı Allah’a inanmayanlar gibi yapmayın! Bu durumda, kendi kriterlerine göre samimi bir inanan olduğunu söyleyen ve bu samimiyetiyle de gayret eden, ilmihale sarılmış birisi nasıl Allah’a inanmayanlar gibi olabiliyor, ne yapıyor da onlara benziyor?
Bakara (264)’den esinlenilerek bu sorunun cevabı genellikle İkincil Şirk’lerde aranır, bu yüzden doğru ve işe yarar sonuçlar elde edilemez, yani hastalık tedavi edilemez. Uyarı ortada kalır, yapılan açıklamalar biraz fazla akıl üreteni tatmin etmez. Oysa bu sorunun cevabı tamamen Birincil Şirk kapsamındadır. Kendisine göre samimi inanan birisi Allah’a inanmayan birisi gibi davranıyorsa, yani düşünce ve fiillerde inanmayanlarla ortak yanlışta buluşuyorlarsa, bu hal inanan ve inanmayanın ikisinde de bulunan İlahlık Hissiyatından kaynaklanır. İkisinde ortak olan budur. Bu durumda kesinlikle bilinmelidir ki;
- DuniHİ/Dunillah algı ve zannları
- Müstakilen Varım ve Muhtarım İddiası
- İlahlık Hissiyatı
bilinmeden, bunların ne olduğu görülmeden ve yaşanmadan İslam’ı yani ayetleri ve hadisleri anlayabilmek, yaşayabilmek, izah edebilmek, uygulayabilmek, İslam’ı tebliğ edebilmek mümkün değildir. İşte bu yüzden kişi hem de samimi olarak inandığını düşündüğü halde Allah’a inanmayanlara benzemekten kurtulamıyor. Çünkü yukarıdaki üç kavramdan, onlarla yaşadığından habersiz… Böyle olduğu için de neyinin onlara benzediğini anlayamıyor ki temizlesin, düzeltsin, onlara benzemekten kurtulsun!!! Camiden çıkmıyor, Kâbe’den, Medine’den ayrılmıyor ama Allah’a inanmayanlara benziyor. Bunu ayet söylüyor. Uyarıyor ki araştırıp fark edip kurtulalım: Allah’a inanmayanlara benzemeyin! Neyinizle? Allah’a imanınızla! İman konusunda onlara benzemeyin…
Gördük ki Bakara (264) bizi şu çok önemli konuda uyarıyor: Bir inanan İlahlık Hissiyatıyla hüküm vermesin! Eğer inanan kişi düşüncelerine, fikirlerine, hayallerine, yorumlarına, hayat tarzına İlahlık Hissiyatıyla hüküm veriyorsa, İlahlık Hissiyatıyla hüküm veren ve inanmayanlarla ortak olan alanları, ortak olan davranışları şekillenir. Ayet bu sebeple diyor ki: Ey, esas infaktan habersiz inananlar! İlahlık Hissiyatınızla yaptığınız amellerin değeri olmaz. İnfaklarınızı da (diğer işlerinizi de) İlahlık Hissiyatınızla yapmayın. Önce esas infakınızı gerçekleştirin.
Bu durumda bu gruptan ayırmamız gereken çok önemli bir grup var. Bu grupta olmadıkları halde, bu gruba girmedikleri halde uyarı onlar için de geçerlidir ama uyarının geçerlilik sebepleri farklıdır. Ama böyle bir grup var. Kimler onlar? Amentü Billahi beyanında bulunmuş, Müstakilen Varım ve Muhtarım İddiasını reddetmiş, duniHi algıdan sıyrılmaya, İlahlık Hissiyatından temizlenmeye gayret edenler! Böyle bir hayat tarzı oluşturmuşlar, bunun gayretindeler… İşte bu grup çok değerlidir. Evet, henüz İlahlık Hissiyatından temizlenmemişler, duniHi algıdan tam sıyrılamamışlar ama Amentü Billahi deyip bunları reddetmişler ve “Ben duniHi algıdan sıyrılacağım, İlahlık Hissiyatından temizleneceğim” diyen bir hayat tarzı oluşturmuşlar. İşte bu grup çok değerlidir. Fatır Suresi (32)’de bu grup cennetle müjdelenmiştir. İlahlık hissiyatından tam temizlenememiş, duniHi algıdan sıyrılamamış oldukları halde ama bunları reddettikleri için, bunlardan temizlenmek üzere ölünceye kadar gayret ettikleri için Fatır Suresi (32) bunları cennetle müjdelenen üç gruptan birisi olarak beyan etmiştir, elhamdülillah. Efendimiz (SAV)’in hadisi bunun delilidir. Hadis kuvvetlidir, sahih bir hadistir. İşte bu grubu, duniHi algıdan ve İlahlık Hissiyatından habersiz olduğu halde kendisini samimi Müslüman zannedenlerden ayırmamız gerekiyor. Bu grupta bulunanlar esas infaklarını gerçekleştirmek üzere gayretteler. Bu haldeyken esas infaklarını gerçekleştirirler ve kurallara yönelik diğer infakları da yaparlar. Böylece elde ettikleri kazançlarla esas infaklarını pekiştirme imkânı yakalarlar. Ayrıca, bu kazançlarıyla İlahlık Hissiyatından temizlenme yolunda Rablerinden olumlu ve hızlandırıcı müdahale destekleri alırlar. Ancak lütfen dikkat edelim! Kullara infaklarında, kurallara uygun başladıkları bir infaktan sonra zannlarıyla İlahlık Hissiyatları devreye girerse kaybederler. İnfaklarında derecesi düşük bile olsa “menn” ve “eza”ya sebep olurlarsa elde ettikleri kazançları kaybederler. Allah misali işte bu grubu da böyle bir tehlike için uyarmaktadır.
Bir de “güdük cömertlik” vardır. Tanımladığımız esas infaktan habersiz olarak kendilerince samimi olan inananların İlmihal kurallarına yönelik infaklarını gören insanlar bu kişilere cömert diyebilirler. Bu değerlendirme insan gözüne göredir, insan indindedir. Oysa bu kişiler Allah indinde cömert sayılmaları için gereken esas infaklarını yapmamışlardır. Esas infaklarını gerçekleştirmedikleri ve bu sebeple de Allah indinde cömert sayılmadıkları için insanların onlara verdiği cömertlik vasfı güdüktür. Lütfen dikkat buyurun: İlahlık Hissiyatı ile üretilen her iş güdüktür. Dolayısıyla, esas infakını gerçekleştirmemiş olanların kullara yönelik infakları sebebiyle cömertlikleri güdük cömertliktir, onlara “güdük cömert” denir. Güdük cömertler, duniHi algıdan kurtulma fırsatlarını değerlendiremez de İlahlık Hissiyatlarına sımsıkı sarılırlarsa, dünya onlara cömert dese bile onlar Allah indinde cimri sınıfındadırlar. Ömürlerini İlahlık Hissiyatıyla boşa harcamaları sebebiyle de müsrif sayılırlar.
İşte Bakara (264)’de verilen Allah misaliyle yapılan uyarı aslında inananlar, müslümanlar içindir ve bu tehlikeyi haber vermekte, onları göremedikleri bu tehlikeden kurtarmak istemektedir…
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
Ve DarabALLAHU Meselen-4