Skip to main content
.

La ilahe illallah: Rüyalarınızda dahi bu beyana göre insanlar oluncaya kadar gayret edin!

By 13 Mayıs 2020Mayıs 16th, 2020No Comments

Hac-73 duniHİ bir ilah gibi yaşayanların kendilerine faydası dokunacağını zannedip, uydurarak ilan ettikleri duniHİ güçler ve putlar üzerinden konuyu misallendirmiştir. Yani kendi “müstakilen varım ve muhtarım” iddialarını ayakta tutsun, ilahlık imkânlarını artırsın ve korusun diye başka “müstakilen var ve muhtar” güçler uyduruyor, ilan ediyor, sonra da bu uydurdukları güçlerden yardım bekliyorlar. Rabbimiz “putlarınız bir sinek bile yaratamaz, sinek onlardan bir şey kapsa onu geri bile alamazlar” buyurarak öncelikle Mekke müşriklerinin fiziksel yapıda olan putlarına dikkat çekmektedir. “Kendi ellerinizle yaptığınız bu taş yığınlarının veya metal parçalarının bir şey yaratamadığını çok iyi biliyorsunuz. Putlarınız sineği yaratamadığı gibi sinek o puttan bir parça ağzına alsa da gitse putunuz ne yapabilir? Putunuzun bir şey yapamayacağını siz de biliyorsunuz. Put özelinde onlara yüklediğiniz “müstakilen var ve muhtar” güç ve kuvvet zann’ınız var ya, işte o zann boştur, batıldır; o zann’dan da bir şey beklemeyin. Bu durumda siz müstakilen var ve muhtar olmadığınız halde ama kendinizi böyle zannettiğiniz için zavallı ve acizsiniz, putlarınız da sizin iddianız gibi müstakilen var ve muhtar olmadığı için onlar da acizdir. Siz, işlerinizin bu iddialarınız üzerinden yürüdüğünü sanıyorsunuz, oysa bütün işler Allah ile, Allah’ın Emriyle yürür. Mülk, güç, hüküm Allah’ındır” denilmektedir. Ancak uyarı yalnızca putlarla sınırlı değildir. Misal ve uyarı günümüzde de tam geçerlidir, çünkü bu batıl zannedişler kıyamete kadar da böyle devam edecektir. Çünkü dünya hayatı imtihanı bu duniHİ algı ve zann’larından kurtulabilenler ve kurtulamayanları, bu duruma göre kulların kendi gayretleriyle nefsleriyle ilgili kazanılmış değişimleri Hakk yolda veya Batıl yolda yapanları ayırt etmeye yöneliktir. Bu kazanılmış değişimler de kulların ahiret hayatlarındaki konumlarını belirleyecektir. Al-u İmran 64, 79; Maide-76; En’am-71; Tevbe-31; Nahl-73; Meryem-48, 49; Enbiya-66; Hac-71; Furkan-17; Ankebut-17, 25; Yasin-23; Mümtehine-4 gibi ayetler inananlara “kendiniz bir ilah gibi yaşamayın ve ilah sayılabilecek şekilde Allah’tan başka müstakilen VAR ve Muhtar güçler ilan etmeyin” uyarılarında bulunmaktadır. “La ilahe illallah (Muhammed-19)” diyerek duniHİ ilahları reddedin ve “İlah ancak Vahidul Kahhar olan Allah’tır (Kehf-110, Zümer-4)” deyin; “Ve la havle ve la kuvvete illa Billah” diyerek müstakilen var ve muhtar zannedilerek uydurulan güç ve kuvvetleri reddedin ve “Müstakilen VAR ve Muhtar olarak güç ve kudret sahibi ancak Allah” deyin. Sonra da bu beyanlarınıza göre konuşun, düşünün, fiiller ortaya koyun; bu beyanlarınıza göre hayaller kurun. Rüyalarınızda dahi bu beyanlarınıza göre insanlar oluncaya kadar gayret edin. “Rüyalarınız size gerçek karakterlerinizi izleyebileceğiniz ipuçları verebilir” gibi hatırlatmalar bu ayetlerle inananlara yapılmaktadır.

DuniHİ bir ilahın kendine has bir ahlakı vardır ve Billahi anlamda iman eden bir müslümanın da kendine göre bir ahlakı vardır. “Amentü Billahi” diyen Allah ahlakı ile ahlaklanmak ister, Allah ahlakıyla ahlaklanmak için duniHİ bir ilah ahlakından temizlenmek gerekir. DuniHİ bir ilah ahlakını da yakinen tanımadan temizlenmek mümkün olmaz. DuniHİ ilahın ahlakını tanıyan kişi kendisinde bu ahlakı fark ettikçe nefsine levm ederek bu ahlaktan kurtulmaya çalışmalıdır. Hayat içerisinden çok basit bir örnek verelim, talib olan bu örneği hayatına yaysın inşaAllah. Evden dışarıya çıkmaya hazırlandınız ve kapıdan sokağa çıkıp bir kaç adım attınız ve yağmur yağmaya başladı ve şemsiyeniz de yok; siz de “Hay aksi! Bunun sırası mıydı? Şimdi bu yağmur nereden çıktı?” dediniz. İşte bu çıkışı yapan tamamen duniHİ bir ilahtır, kendisini müstakilen var ve muhtar ilan etmiş ve kendi adı namına “BEN” diyen bu mütekebbir kişi aslında Allah’a “Şimdi yağmur yağdırmanın zamanı mıydı?” diyerek çıkışmaktadır. Hele de bu kişi evden dışarıya salât ikamesi için, camiye gitmek üzere çıkmışsa, bu durumda bu kişi duniHİ bir ilah olarak salât için saf tutacaktır. İşte bu konu nefs terbiyesi içerisine giren mevzulardandır.

Ankebut (41, 42) ayetleri de duniHi algı ve zann’larını konu edinmektedir. DuniHİ bir ilahın yine duniHİ bir ilah olanları dost ve sevgili edinmelerini misalle değerlendirmektedir. İnkârcı olan bir duniHİ ilahın yine duniHİ ilahları dost edinmesi gayet normaldir, onların hayat tarzının gereği de budur. İnkârcı bir duniHİ ilahın Billahi anlamda iman etmiş ve bu imanına uygun hayat tarzı oluşturmuş birisini dost edinmesi mümkün olmaz; bırakın dost olmayı inkârcı duniHİ bir ilah, Billahi anlamda iman etmişlerden ve onların hayat tarzlarından nefret eder. Dolayısıyla konu aslında bir inananın duniHİ bir ilahı sevmesi meselesidir. Bu konuda Al-u İmran (119)’da Rabbimiz: “… işte siz öyle kimselersiniz, onlar sizi sevmedikleri halde siz onları seversiniz…” buyurmaktadır ve Al-u İmran (120)’de de “Size bir iyilik dokunsa, bu onları tasalandırır; başınıza bir musibet gelse buna da sevinirler” diyerek inananları uyarmaktadır.

“Amentü Billahi” demiş ve duniHİ algı ve zann’larına sırtını dönmüş bir kişi bir duniHİ ilahı dost edinir, onu takdir eder, fikirlerini över ve tavsiye ederse bu durum Allah’a karşı bir ilahı desteklemek olur ki, şirk sınıfındadır ve Kur’an bu davranışları kınamıştır (Bakara-107; Nisa 123; En’am-51; A’raf-3, 197; Tevbe-116; Yunus-18; Hud-20, 113; Ra’d-11; İsra-56, 97; Kehf-26, 58; Hac-12; Şuara-93; Ankebut-22; Ahzab-17; Secde-4; Şura-31, 46; Zuhruf-86; Ahkaf-28, 32; Nuh-25).

Bu konuda ölçüyü Tevbe (23) ayeti “Ey, iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi (bile) veli edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerin kendileridir.” diyerek koymuştur.

Rabbimiz, Maide (55, 56)’da “Sizin dostunuz ancak Allah’tır, Rasulüdür ve iman edenlerdir ki, onlar salâtı ikame ederler ve rükû halinde zekâtı verirler. Kim Allah’ı, Rasulünü ve iman edenleri dost edinirse (bilsin ki), üstün gelecek olanlar şüphesiz Allah’ın tarafını tutanlardır.” buyurarak “Amentü Billahi” diyenin kimleri dost edineceğini açıklamaktadır. Al-u İmran (28) ile de “Kâfirleri dost edinirsen Allah’la dostluğun kalmaz” diyerek uyarmaktadır.

Esas mesele şöyledir: “Amentü Billahi” diyenin Allah’ı sevmesi, dost edinmesi ve Allah’ın da “Amentü Billahi” diyerek bu imana uygun hayat tarzı oluşturanları dost edinmesi, kulun yaratanını sevmesi ve Yaratan’ın kulunu sevmesidir. Oysa duniHİ bir ilahın yine duniHİ bir ilahı sevmesi, ilahların birbirlerini dost edinmeleridir ki; ilahlar ilahlık vasıfları gereği yüzünden dost olamazlar (Enbiya-22, Mü’minun-91, İsra-42). Bu gerçek sebebiyle duniHİ ilahlar yaşanılan hayat olayları içerisinde asla bir araya gelemez ve cemaat olamazlar (Haşr-14).

Kulun Yaratan’ını, kendisini Yaratanın dışı var sanarak kendisini de bu dış kısma konuşlandırma yanlışını yapmadan sevmesi ve dost bilmesi ve Yaratan’ın kulunu sevip dost edinmesi tanımlarındaki hisler, ilahların birbirlerini dost edinmelerindeki hisle bir ve aynı veya benzer olabilir mi? Elbette ki, olamaz. İlah iddialıların birbirlerini dost edinmesi ve sevmesi hissiyatı bu sebepten nefret kulvarındadır ve sevgi diye tanımladıkları hisler nefret dereceleri olarak zuhur eder. Kur’an bu nefrete “ĞILL” der ve inananların bu ğıllden korunmalarını, aksi takdirde ğıll ile cennete girilemeyeceğini bildirir (Hicr-47; A’raf-43; Haşr-10).

DuniHi bir ilahın yine duniHİ bir ilahı dost edinmesi, ancak ilahlık menfaatleri çerçevesinde iyi geçinmeleridir. Bu kendilerini dost zannettikleri halleri de ahirette birbirlerine karşı düşmanlığa dönüşür (Zuhruf-67).

DuniHİ ilahlar nefretin dışında olan gerçek sevgiyi bilemezler ve yaşayamazlar, çünkü Allah bu sevgiden hain ve nankörü mahrum eder (Hac-38). Billahi anlamda iman eden ve bu imana uygun hayat tarzı oluşturanlarda ise Rahman bir sevgi oluşturur (Meryem-96). İşte kul Yaratan’ını bu sevgiyle sever ve dost bilir; duniHİ dost edinmekten kendilerini koruyan bu müttakiyler için ahirette bir korku yoktur ve mahzun da olmazlar (Zuhruf-68).

İbrahim (24-27): “Görmedin mi? Allah nasıl bir misal getirdi: Tayyib Kelime kökü (yerde) sabit, dalları gökte olan Tayyib Şecere (Temiz Ağaç) gibidir. (O ağaç), Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Allah insanlara, belki tezekkür ederler diye, misaller verir. Habis Kelime’nin misali ise gövdesi yerden koparılmış, o yüzden ayakta durma imkânı olmayan Habis Şecere (hurda ağaç) gibidir. Allah (gerçekten) iman edenleri dünya hayatında da, ahirette de kavl-i sabit (kelime-i tevhid) ile sabitler. Allah zalimleri saptırır, Allah dilediğini yapar.”

Nahl (60): “Kötü misal (sıfat), ahirete iman etmeyenler içindir. En yüce misaller (sıfatlar) ise Allah’a aittir, çünkü O Aziyzül Hakiym’dir.”

Nahl (74): “Allah’a misaller vermeyin (uydurmayın). Muhakkak ki, Allah bilir ve siz bilemezsiniz.”

Öncelikle “Tayyib” ve “Habis” kelimelerini Kur’an’a göre anlamlandıralım. Halkın konuştuğu dilin anlamlarıyla bu kelimeler değerlendirilirse ve tayyib kelime için “güzel bir söz”, habis kelime için de “kötü bir söz” denilip, sonra da misal anlaşılmaya çalışılırsa, inanınız yapılacak açıklama ve yorumlar bir hristiyan idrakı açıklamasından geri olur.

Kur’an insanlar anlasın diye çok kolaylaştırılmıştır (Kamer-17, 22, 32, 40) ve insanların konuştuğu dilden birisi de seçilmiştir (Fussilet-3). Ancak Kur’an ayetleri manalandırılırken insanların oluşturduğu deyimlere göre değil, Allah’ın vasıflarına ve Allah’ın insanlara verdiği öğütlerin ana fikrine göre hareket edilmelidir.

Dolayısıyla; Tayyib Kelime, Kelime-i Tevhid’dir, yani “La ilahe illallah”tır. Bu kelime tayyibtir, çünkü temizdir, yani bu kelime şirk kokusu almamıştır. Konuya insanca manada bakacak olursak “temiz” demek doğru olmaz, “temizlenmiş” daha doğru olur; çünkü dünya hayatında temizlik için temizleme işlemi gereklidir. Oysa Kelime-i Tevhid dünya hayatında bile Allah’ın korumasındadır (Hicr-9). İşte, manalar bu derece hassaslık içermektedirler. Ancak günümüzde kelime-i tevhid manadan ziyade bir slogan gibi kullanılmaktadır ve “bu sloganı atıyor olmak yeterli” zannedilen bir duruma gelmiş bulunmaktayız. Oysa kelime-i tevhid hayal kurarken, fikir oluştururken, yorum yaparken, fiiller ortaya koyarken söylenir; kelime-i tevhid böylece sadrdan süzülünce de, inananın takva libası (A’raf-26) olur.

Bir inanan “La ilahe illallah” dediğinde neler söylemiş oluyor: “Müstakilen VAR ve Muhtar” olan ancak Allah’tır; başka “müstakilen varım ve muhtarım” iddiaları yalandır, iftiradır, batıldır ve YOK hükmündedir. Bu gerçeği de bana Rasulullah (SAV) Efendimiz Muhammed Mustafa Hazretleri bildirmiştir. Bu yüzden ben “Amentü Billahi ve RasuliHİ” derim ve bu beyan ettiğim imanıma uygun da hayat tarzı oluştururum.” İbrahim (27)’den öğreniyoruz ki, Allah böyle davrananları dünya hayatında da ahiret hayatında da “kelime-i tevhid”e sabitler. Fetih (26)’da Rabbimizin böyle bir sabitlemesini bize örnek oluşturacak şekilde görmekteyiz. Bu konuda (Rasulullah (SAV) Efendimiz bize bir dua da öğretmektedir: Ya Mukallibel Kulȗb, sebbit kalbiy alâ diynike: Ey kalbleri çeviren, kalblerin yöneticisi ve sahibi olan Allahım, Kalbimi diynin üzerine (Kelime-i Tevhid üzerine) sabit kıl (Âmin).” Ayrıca, Bakara (201)’de Rabbimiz biz inananlara “Rabbena atinâ fid dünya haseneten ve fil âhirati haseneten ve kınâ azâben nâr” yani “Rabbimiz bize dünyada da kelime-i tevhide uygun bir hayat tarzı ver, ahirette de kelime-i tevhide uygun yaşamış bir kulun olarak bize karşılığını ver; bizi Nar’ın azabından koru. (Âmin)” diye dua edin buyurmaktadır. İşte Tayyib Kelime ile inananların ilişkisi bu çerçevede olur.

İbrahim (27)’de Tayyib Kelime’ye uygun yaşayanlara Rabbimizin nasıl davranacağı belirtildiği gibi misallerdeki habis kelimeye uygun yaşayanlar ise zalimler olarak belirtilmiştir. Anlıyoruz ki, Habis Kelime söyleyenler nefsine zulmedenler, nefsinin hakkını vermeyenler, nefsin ahseni takviym vasfına uygun davranmayanlar, A’raf (172)’de verdikleri söze uymayan, sözünde durmayanlar, Rabbine asi olmuş, Rabbine karşı haddi aşmış, Rabbine edepsiz davrananlar, vehmin zulmetine kapılmış ve nefsinin şerrine uymuş olanlar, esfele safiliyn formattan kendilerini kurtaramamış olanlar, duniHİ algıyı esas kabul edip oluşan zann’lara göre hayat tarzı oluşturanlar, tek kelime ile ifade etmek gerekirse “mütekebbir” olup, emanete hıyanet etmiş olanlardır. İbrahim (27)’nin zalim dediği bu inkârcı hangi “habis kelime”yi söylüyor ki, bütün bu sıfatların sahibi oluyor?

Tayyib Kelime için açık ve anlaşılır ve insanların söylediği bir kelime belirttik, habis kelime için de inkârcı açık ve anlaşılır bir kelime söylüyor olmalıdır. Nasıl ki, “inandım” demekle “peki, tamam inandın” diyemiyoruz, inanmanın kelimesi ve şartları nasıl var ise “inanmadım” demek de ifade için yetmez. İnanmayanın da kelimesi var, şartları var. Öyle aptallar vardır ki, “inanmıyorum” dediği halde haberi yok inanandır, “inanıyorum” dediği halde inanmayandır. Bu işin kendisine özgü kelimesi ve şartları vardır.

Nahl (60) ayetini dikkatlice inceleyecek olursak; kötü misaller, benzetmeler, vasıflar ahirete iman etmeyenlere, yani zalimlere, nefsine zulmedenlere mahsustur denilmektedir. Dolayısıyla yukarıda saydığımız ve Kur’an’a göre necis olan vasıflar hep zalimlere mahsustur. Ayrıca, en yüce ve değerli vasıflar gerçek ve mutlak güç sahibi ve hikmet sahibi olan Allah’a aittir gerçeği de belirtilmektedir. Ancak dikkatlerimizi yoğunlaştırırsak görürüz ki, Nahl (60)’da Allah kendisini insanlarla kıyaslamaktadır. Elbette ki, insanca değerlendirilirse bu böyle yorumlanır. Ancak ayetin de bir tarafında Allah diğer tarafında insanlar vardır; bu ne manaya gelir? Allah insanlarla kıyaslanmaz; yani yalnızca edep olarak değil, teknik olarak da mümkün değil! O halde bu kıyas nedir? Dikkat edilecek olursa kıyasın iki ucunda da “İLAH” bulunmaktadır. Kıyasın bir ucunda gerçek ilah olan, Vahidül Kahhar olan Allah varken, diğer ucunda “Ben duniHİ bir ilahım” diyen, ilahlık iddiasında bulunan yalancı bir ilah vardır. Dolayısıyla kıyaslama iki ilah arasındadır. Yalancı olan, iftiracı olan, durumu batıl olan sahte ilah için yani müstakilen varım ve muhtarım iddiasıyla yaşayan için Rabbimiz “sizin bu yalancılığınız ve isyanınız sebebiyle siz kötü vasıflandırmaları hak ediyorsunuz” buyurmaktadır. Ayrıca ayet gerçek olan ve yüce olan vasıfları Vahidül Kahhar olan Allah’a teslim etmektedir.

Bütün bunlardan anlıyoruz ki, Tayyib Kelime’nin zıt manasında olan Habis Kelime de “ilahlık” pozisyonu ile ilgilidir. Dolayısıyla Habis Kelime, “müstakilen varım ve muhtarım” iddiası ile bu mütekebbirin “BEN DUNİHİ BİR İLAHIM” demesidir (Enbiya 29).

Ulaştığımız sonuç şöyledir ki; bir inananın “La ilahe illallah” demesi Tayyib Kelime (Al-u İmran-18, Muhammed-19) iken, bir inkârcının “Ben duniHİ bir ilahım” iddiası (Enbiya-29) ise Habis Kelime’dir.

Mustafa Yılmaz DÜNDAR

Ve DarabALLAHU Meselen

1. Baskı

10-11. Bölüm, Sayfa: 109-124