Skip to main content
.

İNANANLAR İÇİN HEDEF: ANCAK MÜSLİMLER OLARAK ÖLÜN

By 3 Kasım 2021Ağustos 4th, 2024No Comments

Her nefs ölümü tadacaktır…

Nisa-78 inananları şöyle uyarır: “Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır.”

İnsan ölümü tadacaktır, ölüm size ulaşır, ölüm kaçınılmaz; ancak Al’ü İmran Suresi 102’de uyarıldığımız üzere… Şöyle ki: “Ey iman edenler, Allah’tan hakkıyla ittika edin ve ancak müslimler olarak ölün.”

Eğer müslimler olarak ölmüşseniz Vakıa Suresi 88, 89 diyor ki: “(Müslimler olarak ölenler sınıfına girmiş o can eğer) mukarrebundan ise, ravh (rahatlık), reyhan (güzel koku) ve Naim cennetleri vardır.” Vakıa 90, 91 “Eğer o can ashab-ı yeminden ise, “Ey ashabı yeminden olan, senin için Selam var” denir.

Oysa eğer ölen inkârcı bir duniHi ilah ise Vakıa Suresi 92-95 şöyle diyor: “Eğer o can sapkın yalancılardan ise kaynar sudan bir ziyafet vardır ve onun sonu cehenneme atılmaktır. Muhakkak ki bu hakkal yakiyn (bilfiil) yaşanacak bir gerçektir.” Ve Muhammed Suresi 27. Ayet inkârcı duniHİ ilahlar için soruyor: “Peki, o melekler onların yüzlerine ve arka taraflarına vurarak kendilerini vefat ettirdiklerinde nasıl olacak?” Aynı şekilde Enfal 50 de şöyle söylüyor: “Melekler kâfir olanları, yüzlerine ve arkalarına darbederek ve ‘tadın yangın azabını’ diyerek vefat ettirirken bir görseydin.” Ve En’am 93 ise “Zalimleri ğameratül mevtte (ölüm sıkıntıları içindeyken) bir görsen.” diyerek uyarmaktadır.

Bu ayetlerden Kur’an’ın inananlar için gösterdiği hedef anlaşılmıştır: Ancak müslimler olarak ölün!

Böylece, lütfen dikkat buyurun, bir inananın öncelikle korkması gereken konu da anlaşılmıştır: Ya müslimlerden olarak ölenlerden olamazsam! İşte, bir inananın korkacağı en önemli birinci şey budur!

Bir kişiye kendisinin “müslümanım” demesi ile veya o kişiye çevresindekilerin “müslüman” demesi ile veya insan düzenlemesi olan yazılı belgelerde o kişi için dini “İslam” yazıyor olmasıyla veya o kişinin müslüman mezarlığına gömülüyor olmasıyla insan müslimlerden olarak ölmez. Müslimlerden olarak ölmek, Allah’a teslim olarak ölmek demektir; Allah’a teslim olabilmek için kişinin O’na hiçbir şekilde eş koşmaması gerekir.

Kişi farkında olarak veya olmayarak “ilahlık hissiyatı” ile bizzat kendisini Allah’a eş koşuyor olabilir. Bu durumda, ayetin “müslimlerden olarak ölün” uyarısı şu manaya gelir: Sakın ha sakın, duniHİ algıdan kurtulmadan, “Müstakilen varım ve muhtarım” iddiasından vazgeçmeden, ilahlık hissiyatından temizlenmeden ölmeyin! Al’ü İmran 102 ayetinin “Ancak müslimler olarak ölün” uyarısı ve bu ayetle ilgili olarak Efendimiz (SAV)’e dayanarak verdiğimiz bu açıklayıcı bilgileri bir inanan bu söylediğimiz şekilde öğrenince, öncelikle kendisi Allah’a eş koşuyor olmaktan dolayı Allah’tan çok utanır. Allah’a karşı boynu bükülür, her an Allah’ın huzurunda olan vücudu titrer; böyle bir şirke rağmen Allah’ın verdiği nimetler ve kuluna gösterdiği merhamet karşısında mahcubiyetini, şükrünü, hamdını ifade acizliğini yaşar, gözleri yaşarır. İşte bu kulun yaşadıkları şimdi onun Allah korkusu manasına girişidir…

Bütün bunlarla beraber o artık duniHİ algıdan nasıl kurtulacağını, ilahlık hissiyatının nasıl temizleneceğini düşünür ve “Bunları başarabilecek miyim? Ya başaramaz ve müslimlerden olarak ölmezsem halim nice olur?” telaşı ve korkusu bu kulu sarar, sarar ve sarar… Böylece, utanmayı ve korkuyu birlikte yaşar. Çare için kul Kur’an’a, çare için kul Rasulü’ne müracaat eder. Görür ki kurtulma yolu vardır, kolaydır, mümkündür. Görür ki Rabbi “kurtulmaya dayalı hayat tarzı içerisinde gayret ile ölme”yi bile bir kurtulma vesilesi saymaktadır. Kulu bu kez büyük bir sevinç ve umut kaplar. Ancak bu sevinç ve umut halen yaşamakta olduğu Allah’tan utanmayı ve başaramama korkusunu silmemiştir. Bu durumda, Allah’tan utanmak, yapamamak, başaramamak korkusu ve kurtuluş için Rabbinin verdiği umut bir denge oluşturur. Hepsi harmanlanmış tek bir duygu olmuştur, tek bir mana olmuştur. İşte bu tek mana o kulun hayatını da manalandırmıştır; o kulun hayatının manası olmuştur. İşte bu mana Allah korkusudur. Sık duyulan bir söz vardır: “Hayat bana manasız geliyor” diyenler bu manayı tanıyamadıkları, tadamadıkları, bilemedikleri için böyle söylerler. Dolayısıyla, ulaştığımız tanım çerçevesindeki Allah korkusu, inananın hayatının manası, inananın açtığı beyaz sayfası, inananın hayat tarzı, inananın imanının lezzetidir… İşte bu lezzet imanın güvencesi ve bekçisidir.

Al’ü İmran 102’yi tekrar hatırlayalım: “Ey iman edenler, Allah’tan hakkıyla ittika edin ve ancak müslimler olarak ölün.” Ayette özellikle iki konu ele alınıyor, ayet özellikle iki konuya değiniyor. Ancak bu iki konuyu birlikte ele alıyor ve değerlendiriyor: Allah’tan hakkıyla ittika etmek, yani Allah’tan doğru şekil nasılsa öyle korkmak. Ve müslimler olarak ölmek. Ayetten anlıyoruz ki: Müslimler olarak ölmenin Allah korkusu ile ilişkisi vardır, müslimler olarak ölmek ancak Allah korkusu ile başarılabilir.

Müslimler olarak ölmek ve Allah korkusu hakkındaki bilginin hakkıyla bilinmesi gerekir. “Müslimler olarak ölebilmek nedir?” ve “Allah’tan hakkıyla korkmak nedir?”; bunların hakkıyla bilinmesi, Kur’an’ın açıkladığı şekilde bilinmesi gerekir. Bu durumda, ilahlık hissiyatından temizlenmeyi tercih edenler için Kur’an bir yol gösteren öğüttür. TaHa Suresi 3. Ayet diyor ki: “(Kur’an) ancak haşyet duyan birisi için bir öğüttür.” Evet, Kur’an öğüttür ama TaHa Suresi uyarıyor; ancak haşyet duyan birisi için öğüttür! TaHa-3 böyle diyerek “Kur’an’ın öğüdünü Allah’tan hakkıyla korkanlar ve yaşayanlar anlayabilir” şartını ortaya koymaktadır.

DuniHİ algıyı kuvvetlendiren, “Müstakilen varım ve muhtarım” iddiasını inatçı ve ısrarlı yapan, ilahlık hissiyatını sevdiren her türlü şeyi düşman ilan eden ve bu düşmanlara savaş ilan edenler için de Kur’an “müttaki; korunmak isteyen” tabirini kullanmıştır, onlara “müttaki” demiştir. Ve Bakara Suresi 2. Ayette “O Kur’an müttakiler (sakınan, arınmak isteyen, bu amaçla da korunan) için bir yol göstericidir.” diyerek, temizlenmenin ancak “korkmak ve korunmak” ile mümkün olabileceğini vurgulamıştır.

İnananın yanlışlardan korunabilmesi ve doğruları uygulayabilmesi için “neler yanlıştır, neler doğrudur, neler batıldır, neler Hakk’tır?”ı anlayabilmesi, bu konuda geç kalmadan karar verebilmesi, doğruyu tercih edebilmesi gerekir. Bu yetenekler ise Kur’an’da “Furkan” olarak tanımlanır. Bir inananın Furkan yeteneklerine sahip olabilmesinin kuralını da Kur’an Enfal Suresi 29’da şöyle belirtir: “Ey iman edenler, eğer Allah’tan ittika ederseniz (hakkıyla korkarsanız) sizin için Furkan oluşturur, yanlışlarınızı keffaretler ve sizi mağfiret eder. Allah zül fadlil aziymdir.” Ayet böylece bize temizlenmenin ve bağışlanmanın şartını ittika’ya (Allah’tan hakkıyla korkmaya) bağlamıştır.

Allah’tan hakkıyla korkmayı ancak Billahi anlamda iman edenler anlayabilir ve kendilerince başarabilirler. Allah’tan hakkıyla korkmanın birinci şartı, Allah’ı hakkıyla bilebilmeyi ve Allah’ın hakkını teslim edebilmeyi gerektirir. Bu sebeplerden dolayı, Billahi idrakta olanlarla duniHi algıda olanların Allah Korkusu konusunda anladıkları, yaşadıkları aynı ve benzer olmaz, bir değildir.

Bilelim ki: “Yalnızca Allah müstakilen VAR ve Muhtar’dır, gerçek VAR ancak Allah’tır.” diyebilen, bunu kabullenen ve yaşayabilen ve “Müstakilen var ve muhtar” olmadığının bilincinde olan Billahi anlamda imanlı bir kulun Yaratan’ına karşı korkusu, saygısı, sevgisi, edebi, O’na boyun büküşü, O’ndan titremesi, O’ndan çekinmesi, O’nda sakınması; en önemlisi O’ndan utanması ve O’ndan umutlanması; dolayısıyla Allah’ın “Ancak müslimler olarak ölün” öğüdünden çıkaracağı anlam, bu konuda içine gireceği gayret, bütün bunların birleşmesi ile şekillenen hayat tarzı hiçbir zaman duniHİ algıda olan bir kulla aynı olmaz…

Mustafa Yılmaz DÜNDAR

Ve DarabALLAHU Meselen-9’dan…