Skip to main content
.

ESAS HALKAYA DAHİL OLMAK…

By 19 Mayıs 2021Ağustos 4th, 2024No Comments
Zuhruf Sûresi 67. ayet: “O gün dostlar (dünya hayatındayken esfele safiliyn kurallar ile sevgili olanlar) bazısı bazısına düşmandır. Ancak müttakiler (nefret hallerinden korunarak Allah için fıtratlarına uygun sevgiyi yaşayanlar) müstesna.”
Müttakiler yani nefret hallerinden korunarak Allah için fıtratlarına uygun sevgiyi yaşayanlar müstesna buyruldu. Nefret hallerinden korunanlar, gereken tedbirleri alanlardır. Bu tedbirler nedir?
Nefreti canlı tutan öncelikle nefret dilidir, nefsin şerrinin konuşma dilidir. O halde nefsin şerrinin konuşma dilini, bu dilin Allah’a olan kastını fark edip bu konuşma dilini terk etmek gerekir. Bu gayretle beraber, Al’u İmran Sûresi 28. ayetin gereğini de önemsemeliyiz: “Müminler müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesin (sevmesin). Kim böyle yaparsa onun Allah ile (dostluğu kalmaz, sevgi) ilişkisi kopar.”
Kur’an nefret duygusunun fonksiyonel haline “Ğıll” der. Bu nefret duygusunun fiillere dönüşmek üzere fonksiyonel hale gelmesi için oluşmuş manası ayetlerde “Ğıll” olarak geçer. Sadrı kaplayan duniHi algı ve zannları kalbin üzerini formatlayarak kılıflar; ğıll işte bu kılıfın vasfıdır. Bu ğıll nefreti fonksiyonel hale getirmek için emirleri beyne gönderir. Beyin ğıllden gelen öneriyi sanki kalptenmiş gibi algılar ve alır. Çünkü beyin kalpten emir alır. Sadırdaki nefret kökenli heva ve hevesler kalbin üzerini kaplayıp kalbin bilgi platformunu formatladığı için ğıll oluşmuştur. O format kalpte hastalığa da yol açıyor. Kur’an kalp bilgi platformuna atılan bu formata “üstü kılıflanmış kalp” diyor, “paslanmış kalp” diyor. Ve işte o formatın bir başka vasfı Kur’an’da “ğıll” diye geçer.
Ğıll kalbin üstünü, yani kalb bilgi platformunu örter; böylece ğıll, var olan nefret duygusunun fiile dönüşebilmesi için gereken emirleri beyne gönderir. Kalbin üzerini öyle bir örter ki… Beyin kendisine gelen ğıll vasıflı bu emirlerin kalpten geldiğini zanneder ve onları uygular. Aslında beyin sadece kalpten emir alır, ancak kalbin üstü örtülerek oluşturulan bu formatın önerilerini de kalpten geliyor sanar ve kabul eder.
Hicr-47 ve A’raf-43. ayetlerden öğreniyoruz ki kalbi kılıflayan bu ğıll bulundukça kişi cennete giremez, bu yüzden Allah cennete almayı dilediği kullarından bu Ğıll’i söküp atmıştır. Bu sebepten, Rabbimiz Haşr Sûresi 10. ayette “Allah’ın kalbinizi ğıllden temizlemesi için dua edin” diyerek bir dua öğretmektedir. Bu duayı da hayatımıza kazandırmamız gerekir, bu dua da bir tedbir…
Bir diğeri, Allah’ın Vedud esmasından zikrullah olarak, o esma ile dua ederek yardım istemeliyiz.
Ayrıca, Rasulullah (SAV) Efendimizin Allah’ın sevgisine talip olanlara bu konuda öğrettiği şu duayı da hayatımıza almalıyız: “Allahümme inniy es’elüke hubbeKE ve hubbe men yuhibbuKE: Allahım, Senden kesinlikle sevgini ve seni sevenleri sevmeyi dilerim (âmin).” Efendimiz (SAV) bize öyle bir dua öğretmektedir ki bakın: Allahım, kalbimi ğıllden temizleyiver. Kesinlikle kalbime sevgini hâkim kıl ve bu sevgi bütün sadrımı kaplasın. Allahım, seni gerçek sevgi ile sevenleri tanıyabilmeyi ve sevebilmeyi de bana öğretiver. Dünya hayatını cazibeli görmekten ve sevginden uzak düşmekten de sana sığınırım. Sevgini bana serin sudan sevimli eyleyiver ya Rabbi (âmin).
Nefreti ve nefret dilini tanımış, bundan kaçınmış ve gerçek sevgiyi yaşayan Rasulullah (SAV) Efendimiz, inananlara bu gerçek sevgiyi nasıl yaşayacaklarını öğretmek amacıyla şöyle buyurmuşlardır: “Kim imanın lezzetini tatmak istiyorsa Allah ve Rasulünü herkesten ve her şeyden fazla sevmelidir. Birisini veya bir şeyi Allah rızasını umarak sevmelidir. Ve bir de imandan sonra küfre düşmekten ateşe düşmekten korkar gibi korkmalıdır.”
Kalbimiz Rabbimize nasıl iman edeceğimizi öğrendikten ve gerçek sevgiyi yaşamaya başladıktan sonra sadrımızı yeniden nefret ve nefret dili sarmasın diye Rabbimizden yardım ve müdahale istememiz gerektiğini, bu amaçla şöyle dua etmemiz gerektiğini bize Al’u İmran-8 öğretmektedir: “Rabbena la tuzığ kulubena ba’de iz hedeytena ve heblena min ledünKE Rahmeh. İnneKE entel Vehhab: Rabbimiz, bize hidayet edip gerçeği gösterdikten, öğrettikten sonra kalplerimizi nefsin şerri yönüne çevirme. Bize ledünnünden rahmet ver. Muhakkak ki Sen Vehhab’sın.”

Tedbirlerimize devam ediyoruz. Esmaül hüsnalardan birisi var ki, onu, önemini çok fark etmiyor olabiliriz: Selam esması! Eğer insan Ahsen-i Takviym yapısını idrakı haline getirebilirse, o yapının sevgi anlayışının yani gerçek sevginin yaşanabilmesi, dünya hayatında barış ve esenlik gibi hallerin Yaşanabilir Hayat Normlarına kavuşabilmesi, Allah’ın “Selam” esması kanunlarıyla gerçekleşir. Bu sebepten Müslümanlar birbirlerine “Selamün Aleyküm”, “Ve Aleyküm Selam” derler. Bu çok önemli bir duadır, Rabbimizin öğrettiği çok özel bir duadır; Müslümanlar birbirlerine selam vererek ve o selamı heyecanla, muhabbetle alarak şöyle dua etmiş olurlar: “Allahım bu kardeşimize dünya hayatında onu cennete götürecek bir hayat yaşatıver. Ahirette de cennetine alıver inşaAllah. (Âmin)” Diğeri de cevaben: “Allahım, beni de onu da inşaAllah (Âmin).” der. Rasulullah (SAV) Efendimiz buyurmuşlardır: “İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olamazsınız. Birbirinizi sevmek için de selamlaşın, selamlaşmayı yayın.”

“Birbirinizi sevmek için de selamlaşın, selamlaşmayı yayın!” Ancak Efendimiz (SAV)’in bu önerisini de önce doğru anlamış olmalıyız. Bu amaçla hadisten çıkaracağımız sonuçları şöyle sıralayabiliriz:

Cennete girebilmek için Billahi anlamda iman etmek olmazsa olmaz şarttır.

Billahi anlamda imanı ve gereklerini yerine getirebilmek için inananların birbirlerini sevmeleri gerekir, yani gerçek sevgiyi yaşıyor olmaları gerekir. Çünkü nefret ve nefret konuşma dili ile ve kalbi kılıflayan ğıll varlığında amellerin, yapılan işlerin ve yaşantının salih olması mümkün olmaz. Şeklen yapılıyor olabilir ama salih olabilmesi mümkün olmaz. Bu o kadar önemli bir uyarı ki: Billahi anlamda iman ve salih amel… O zaman “salih”in çok iyi tanımlanması gerekir. Hadisten öğreniyoruz ki eğer kişi nefret kumaşını giymişse, sadrı nefret libasıyla kaplıysa yaptıkları salih amel olmaz… Bu yüzden ayet bize “takva libası giyin” diyor. Demek ki insanın üzerinde nefret libası var. Nereden anlıyoruz? Çünkü kişi o libasa göre konuşuyor, kişide nefret konuşma dili var, kalbi kılıflayan ğıll var. Bunlar varken amel salih olmaz. Birbirimizi gerçek sevgiyle sevebilmemizi sağlayabilmek için Efendimiz (SAV) “selamlaşın, selamlaşmayı yayın” buyuruyor. Çünkü kalbin ğıllden temizlenmesi ve selam kapsamına girebilmesi için Allah’ın yardım ve müdahalesi gerekiyor. Bu amaçla, selamlaşarak dualaşın, birbirleriniz için günahsız ağızlarınızla birbirlerinize dua etmiş olun. Selamlaşmanın bir insanın dünya ve ahiret hayatı için nasıl önemli bir dua olduğunu fark etmemiz gerekiyor. Bu duayı israf etmemeliyiz, dünyanın en yüksek değerli cümlesi olan “Selamün Aleyküm” cümlesini rastgele kullanmamalıyız. Bu duaya layık olmayan, bu duayla didişen topluluklara bu duayı neden yapalım ki? Biz, “Selamün Aleyküm” duasının kullanıcısı, yükselticisi ve koruyucusu olmalıyız. Çünkü Allah’ın Selam esması kanunları;
-Kullara selamet ihsan eden,
-Yakîn halini yaşatan,
-Billahi anlamda iman edenlere İslam’ı kolay ve güzel eyleyen,
-Dâru’s Selâm olan cennet yaşantısını meydana getirendir.

İnsanın yakîn halini yaşaması onun Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusunun esas halkasına dahil olmasıyla mümkündür. İşte bir mümine yakin halini yaşatan yani onu Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusunu esas halkasına dâhil edecek olan kanunlar, Allah’ın Selam esması kanunlarıdır.

Dünya hayatında insanlar Muhtariyeti Tercih Gücü Yetkisini kullanarak Hakk veya batıl tercihlerine göre iki tip hayat tarzı oluşturmuşlardır. Bu hayat tarzlarından birisi duniHi algı ve zannlarına dayalı, müstakilen varım ve muhtarım iddiası şemsiyesi altında, nefsin şerrinin ilahlık hissiyatı davranışları olarak nefret bazlı hayat tarzı ve bu hayat tarzının konuşma dilidir; Allah’tan uzağa düşmüş hayattır. Diğeri ise Billahi anlamda imana dayalı, Allah’a kulluk şemsiyesi altında, Selam hayat tarzı ve bu hayat tarzının konuşma dilidir; Allah’a yakîn elde edilen hayattır. Dünya hayatındaki tercihleri ve bunlara dayalı hayat tarzları ile kişi Hakk veya batıl yolda Kazanılmış Değişime uğrar. Bu değişime göre de kişinin ahiret hayatındaki konumu belirlenir. Dolayısıyla, ahiret hayatında da iki tip hayat tarzı şekillenir:

1) Kazanılmış Değişimini batıl yolda gerçekleştirmiş, ömrünü batıl, boş, çorak ve ürünsüz olarak nefretle geçirmiş olanların konuşlanacağı; nefret karakterli, verimsiz, helak olmuşlara uygun yurt olan cehennemdir ki İbrahim Sûresi 28. ayette “Dârü’l Bevâr” diye geçer.

2) Ahiretteki diğer hayat tarzı ise dünya hayatı sırasında Kazanılmış Değişimini Hakk yolda gerçekleştirenlere ikram edilecek olan Selam Yurdu vasıflı cennettir ki Yunus Sûresi 25. ayette Dâru’s Selâm diye geçer.

Zümer Sûresi 72, 73: “Denildi ki: Girin cehennem kapılarından; orada ebedi kalıcılar olarak. Mütekebbirlerin (müstakilen varım ve muhtarım iddiası altında, ilahlık hissiyatıyla hayat tarzı oluşturanların) kalacak yeri ne kötüdür. Rabblerinden ittika edenler (Billahi anlamda iman sahipleri) ise zümreler halinde cennete sevk olunmuşlardır. Nihayet oraya geldiklerinde, kapılar açıldığında cennetin bekçileri onlara: Selamün Aleyküm! Tertemiz olmuşsunuz. Ebedi kalıcılar olarak girin, derler.”
Selamün Aleyküm, tertemiz olmuşsunuz, ebedi kalıcılar olarak girin…

 

Mustafa Yılmaz DÜNDAR

NEFS TERBİYESİ 3  adlı tefekkür videosundan