Öğrendik ki; La ilahe illallah; tanrı yok illa Allah. “Var” bile demiyoruz, onu söylemeyi bile ikilik gibi gördük. Birisi var ve o “Allah var” diye bir tesbitte bulunuyor, sınır koyuyor gibi olmasın dedik. “La ilahe illallah; tanrı yok illa Allah” dediğinizde, “var” kelimesini kullanmadığınızda, zihninizde “var” olmayınca, bir tesbit eden, bir sınır koyan, o anlatımı sunan ikilik de kalkmış oluyor. La ilahe illallah; tanrı yok illa Allah! Uzun süre bunu konuştuk, çok açık, çok çıplak, çok net konuştuk ve hep de bunu konuşacağız. İlkin dedik ki; La ilahe illallah; tanrı yok! Sonra “tanrı yok”tan kastımızın “sen yoksun, illa Allah” demek olduğunu konuştuk ve böylece Kelime-i Tevhid’in üstünden bir katman daha çekmiş olduk: La ilahe illa Allah; sen yoksun illa Allah.
Eğer kişi “La ilahe illallah” derken, “tanrı yok illa Allah” derken, tanrıyı ötesinde berisinde tapınılan bir şey sanıp da “evet, onlar yok, illa Allah” derse esas tanrıdan perdeleniyor! “La ilahe illallah; tanrı yok illa Allah” cümlesindeki esas maksat; ilan edilen tanrının, ilan ettiğin ilahın yokluğu! Birinin, yaratılmış olan Esma’ül Hüsna kompozisyonuna ve oradaki Rab gücüne sahip çıkarak “o BENim, oradaki güçler de benim” demesiyle ilan ettiği ilahlık yok, İlla Allah! Hep bunu konuşuyoruz. Şimdi ondan bir örtü daha kaldıralım.
Çeşitli anlatımlarda rastlarsınız; cennetin kapısında Kelime-i Tevhid, La ilahe illallah yazılıdır. Onun bir kapısı var da, o kapıda böyle bir yazı var demek değildir bu! Şimdi göreceğiz, kapısında öyle bir mana var. Nasıl bir şey bu? Hani havaalanları gibi bazı önemli yerlere girerken güvenlik geçitleri vardır, üstünüzde tehlikeli bir şeyler varsa oradan geçemezsiniz. İşte “böyle bir mana vardır” anlamında bir ifadedir o: Öyle bir alan var ki, Kelime-i Tevhid o alanın manasıdır, La ilahe illallah o alanın ismidir!
“Cennetin kapısında şöyle yazar” gibi vasfedilen o manayı size farklı bir biçimde, hiç söylenmemiş bir örnekle anlatmaya çalışayım inşaAllah. Genç arkadaşlarımız heveslendiler ve bir eğlence yerine gittiler, tam girecekler bir yazı var; Damsız Girilmez. Onu okuya okuya girebilirler mi? Bir şart var, o şart yoksa “girilmez” diyor. Haline baktı, dam yok, “tamam biz giremeyiz” der. Yani o yazıyı okumakla oraya girip giremeyeceğini anlar, değil mi? O yazıyı, manasını göre göre, “damsız girilmez yazıyor” deyip girmeye kalkmaz! O yazı ona “dam yoksa buradan geçemezsin” diye bir şart koşuyor, onu okuyarak geçmesi mümkün değil. İşte, cennetin kapısı denilen idrak sınırında yazan mana da bu: La ilahe illallah! Geldin o yazıyı okudun, ona bakıp “ben bunu biliyorum; tanrı yok, illa Allah” deyip geçeceğin bir şey değil o! Aslında oradaki “La ilahe illallah” ne demektir? Orada yazıyor ki; tanrı giremez, illa Allah! Bu manayı idrak etmekle bir örtüyü daha kaldırmış oluyoruz! Demek ki La ilahe illallah, çok söylenecek bir şey değildir! “Damsız Girilmez” yazısını gördün, durmadan “damsız girilmez, damsız girilmez” diyorsun. Yüz defa, bin defa söyle, fark etmez! O sana bir şey diyor; sende şöyle bir şey yoksa buradan giremezsin! Cennetin kapısında yazan mana demek ki bu: La ilahe illallah; buraya tanrı giremez, buradan tanrı geçemez, İlla Allah, sadece Allah! Fark ettiniz mi, izah edebildim mi? Ne kadar iyi insan olursanız olun, size ne kadar aferin denirse densin, eğer tanrıysanız oradan geçemiyorsunuz. Çünkü öyle yazıyor; tanrı giremez illa Allah.
Peki, kişi tanrı olduğunu ne zaman anlar, tanrılığını ilan eden yapının ismi nereden itibaren tanrıdır, ona “sen tanrısın” muamelesi ne zaman başlar? Kişi ölümü tattığı andan itibaren! O andan itibaren o yapının ismi “tanrı”dır. Dünyada? Dünyada, dünya yaşantısı gereği tanrı ismi, çeşitli isimlerle örtülmüştür. Birbirimize verdiğimiz isimler ve o isimler altında ilan ettiğimiz müstakil davranış biçimleriyle örtülmüştür. “Fark edin, bu tanrılıktır, o ilahtır” diye izah etmeye çalıştığımız hep budur. Onu anlatmaya çalışıyoruz, onun isminin ilah/tanrı olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Şimdi kullandığımız isimlerin kalkıp da genel ismin kullanıldığı, genel muamelenin başladığı yer, yani size tanrı olup olmadığınıza göre davranılacak yer ölüm tadıldıktan sonrasıdır. Bu yüzden, eğer kişi tanrıysa ölümü tattığı andan itibaren kabir onun için cehennemden bir çukur olur.
Hatırlarsanız “tanrıların mekânı cehennemdir” demiştik. Cehennem tanrıların yaşadığı mekândır. CEHENNEM La ilahe, CENNET ortamı İlla Allah! Bu yüzden cennete tanrı giremez; illa Allah ortamına La ilahe kapsamı giremez! Demek ki; cennet mevhumunun içinde tanrı yok, oraya tanrı giremez, hiçbir şirk oradan giremez! Şirk olan bir mana, şirk olan bir bakış açısı, şirk olan bir hayat, şirk olan bir iddia cennet hali değildir! Cennet hali; illa Allah! Cennet hali illa Allah da, cehennem hali ne? Cehennem hali de İlah! İlan edilmiş ilahlar! Evet, yakaladığımız yeni mana bu: La ilahe; tanrı/ilah giremez, illa Allah. Öyleyse, ilahlık ilanını/tanrılık halini yaşarken çok iyi fark etmek, önemsemek gerekiyor ki, insan ilan edilen ilah kapsamından kurtulabilsin, o mekanizmasından kurtulabilsin. Eğer kişi onu fark etmezse, o zaman tasavvufu ilan ettiği ilaha öğretir, İslamiyet’i ilan ettiği ilaha yaşatmaya çalışır. Ama ilahın yaptığı işlerin bir önemi yok ki! “La ilahe illa Allah”ın manasını düşünürken de yanılmamamız gerekiyor: “Ben bir tanrı kabul etmiyorum ki” veya “tamam, tanrı olarak gördüğümüz şeyler giremesin” diye düşünmek yanlış olur, öyle düşünmemek lazım. Burada kast edilen mana, kabul edilen tanrılar değil, ilan edilen tanrılık anlamıdır. İlan edilen ilahlıktır! Tanrı giremez; tanrılık ilan etmiş halin giremez, işte o giremez!
Furkan Suresi 17: “O gün onları ve Allah’ı bırakıp da taptıkları şeyleri toplar ve bu kullarımı siz mi saptırdınız, yoksa kendi kendilerine mi yoldan saptılar der.”
Furkan Suresi 18: “Onlar;hâşâ! Seni bırakıp başka dostlar edinmek bize yaraşmaz. Fakat Sen onlara ve babalarına nimetler verdin de sonunda Seni anmayı unuttular ve helaki hak eden bir millet oldular derler.” Demek ki yeri geldiğinde, edinilen ilahlar/tanrılar “biz öyle bir şey yapmadık, biz öyle bir iddiada bulunmadık” diyecekler, ama “ilahlığını ilan eden” kurtulamayacaktır!
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
Sen Tanrı Mısın, 6. Baskı, Sayfa:103-105