Rasulullah (SAV) Efendimiz buyurdu: “Size cennet ehlini haber vereyim mi?” Ashab da “Evet, ya Rasulullah.” dedi. Efendimiz (SAV): “Her bir biçare addedilen zayıf kimsedir. Bu kimse, bir hususta Allah’a yemin etse Allah onun dileğini yerine getirerek tebrie eder ve hanis kılmaz.” buyurdular.
Efendimiz (SAV) “Size cennet ehlini haber vereyim mi?” diyerek cennet ehlini tarif ediyor. “Size cennet ehlini haber vereyim mi?” dediğinde, dizinin dibinde oturmuş, yanında yatıp hiç ayrılmak istemeyen ashab elbette ki ağzının içine bakıyor, hemen “ya Rasulallah, bildir bize” diyorlar. Efendimiz (SAV) buyuruyor: “Her bir biçare addedilen zayıf kimsedir. Bu kimse, bir hususta Allah’a yemin etse Allah onun dileğini yerine getirerek tebrie eder ve hanis kılmaz.” Ve tekrar soruyor: “Size cehennem ehlini de haber vereyim mi? Bunlar ise kaba, cimri ve kibirli kimselerdir.” Hadisi “Bunlar ise kaba, cimri ve kibirli kimselerdir” diye tamamladılar.
Hadiste “Cennet ehli biçare addedilen zayıf kimsedir” denilmektedir. Bu cümlenin anahtar kelimesi “addedilen” tanımlamasıdır. Addedilen… Fark edin lütfen, Rasulullah (SAV) Efendimiz cennet ehlinin, cennete giden kişinin biçare ve zayıf olduğuna inanmıyor! Onlar için “Biçare ve zayıftır” demiyor. Öyle “addedilen” diyor…
İleride söyleyeceğim bir şeyi kıyaslama açısından şimdi de söyleyeyim. Cehennemlikleri tarif ederken “kaba, cimri ve kibirli kimselerdir” diyor, onlar için “addedilen” demiyor. Doğrudan “kaba, cimri, kibirli kimselerdir” buyuruyor. Ama cennet ehli için “onlar biçare addedilen zayıf kimselerdir” diyor. Efendimiz (SAV), bu açıklamasında onların biçare ve zayıf oldukları şeklindeki tanımlamaya katılmıyor, onların böyle “addedildiklerini” belirtiyor. Bu tanımlamasıyla Rasulullah (SAV) Efendimiz bize cennet ehlinin vasfının matematiğini güzel bir edebiyatla bildirmektedir.
Cennet ehlini zayıf, çaresiz addedenler kimler? Bu önemli! Çünkü Efendimiz (SAV) bu addedenleri kınamakta ve onları kendi dışında göstermektedir. Dolayısıyla, Efendimiz (SAV) dışında kalacak olan kimlerdir, bunu bilmek bizim için çok önemli! Bunlar öncelikle inkârcı duniHi ilahlar, sonra da her tür duniHi ilahlardır. Evet, sonuca ulaştık…
Cennet ehli kimseler duniHi ilahlara göre kişiliksizdir, esfele safiliyn dünyasının zayıf insanlarıdır, duniHi ilahların çare gözüyle baktıkları şeyler onlarda yoktur. Bu yüzden de bu cennet ehli dünya hayatında duniHi ilahların hiç bir derdine çare olamaz. Dolayısıyla duniHi ilahlar için cennet ehli hem çare değildir hem de çaresizdir. Onlar onları böyle addederler. Bunu duniHİ ilahlar böyle söylerler. Efendimiz (SAV), cennet ehli onların çaresiz (biçare) gördüğü kişilerdir diyor. Ama Efendimiz’e göre öyle değiller, çünkü onlar Billahi iman sahibi olan cennet ehli… Şuna da lütfen dikkat edin, bakın Efendimiz (SAV) onları tavsif ederken “cennet için çalışan” demiyor, “cennet ehli” diyor. “Cennet ehli” demesi “diplomasını almış” demektir, önemli bir hal…
Billahi iman sahibi olan cennet ehli kimseler duniHi ilahların güç, kuvvet ve çare olarak tanımladıkları “müstakilen var ve muhtar” zannları “la havle ve la kuvvete” diyerek reddetmişler, “İlla Billâh” diyerek “Müstakilen VAR ve Muhtar” olan Allah’ın güç ve çaresine teslim olmuşlardır. Onlar çare konusunda şöyle derler:
“Ya Rabbi! Çare SEN’den… Çare SEN’DE… Çare SEN’sin Allahım.”
Billahi imanlı kişi, Allah indinde, daha dünya hayatındayken cennet ehli sınıfına dahil olabilmişse Allah’ın o kula muhabbeti ve o kuldan hoşnutluğunu bir kul kavrayamaz. O kuldaki bu hali bir kul birazcık hissedecek olsa o kişinin her hücresi titrer, kendiliğinden gözyaşları akar… Daha fazlasını bir insan kaldıramaz. İşte Allah’ın o kula böyle bir ilgisi sonucu, böyle bir kul bir konu hakkında yeminli bir fikir ileri sürse, hadisten öğreniyoruz ki Allah o kulun fikrini yerine getirir, onu mahcup etmez. Yemin etmiş olan o kulu yemininde temize çıkarır, yemini bozulmuş durumda bırakmaz. Tabi, bilmeliyiz ki böyle bir kulun saçma sapan fikirler ileri süreceğini hem de yemin edeceğini düşünmek de doğru olmaz.
Dolayısıyla bu hadisten şunu da öğreniyoruz ki “ve la havle ve la kuvvete illa Billahil aliyyil aziym” bir cennet gerekçesidir. Hadisin matematiğinden bunu öğreniyoruz: “Ve la havle ve la kuvvete illa Billâh” bir cennet gerekçesidir. Kulun götüreceği bir hesap dosyası var ya, işte “ve la havle ve la kuvvete illa Billahil aliyyil aziym” demek o hesap dosyasında cennete delil belgelerindendir. Bunu zikrullah olarak değerlendirmek ancak “la” derken neyi reddettiğinizi doğru ve tastamam bilmek, bu tastamam bildiğiniz üzere hayal, fikir, düşünce, yorum, konuşma dili ve fiiller oluşturmak gerekir. Esas “Ve la havle ve la kuvvete illa Billahil aliyyil aziym” bu söylediğimiz maddeyle şekillenir, yani bir slogan olmaktan ancak böyle çıkar. Onu bir slogan cümlesi gibi söylemenin de kendine göre sevapları elbette var, o başka bir şey, ama derde çare değil, işi çözecek şey öyle söylemek değil. Nedir çözecek şey? Neye “La” diyor olduğunu tastamam bilmek, o bildiğine göre hayal kurmak, o bildiğine göre fikir ileri sürmek, o bildiğine göre düşünmek, o bildiğine göre yorum yapmak, o bildiğine göre konuşmak, o bildiğine göre fiiller ortaya koymak! O zaman “ve la havle ve la kuvvete illa Billâh” yaşanabilen bir hal olarak o cennet ehlinden dışarı çıkar, o onun takva elbisesi olur…
“Lâ” dediğiniz şeye iyi dikkat edin, iyi araştırın, onu iyi öğrenin. Hep diyoruz ki “onu tastamam öğreneceksiniz, tastamam bileceksiniz”, hep bunu diyoruz… Kişi kafasından bir şeye “la” diyorsa olmaz. Hemen hep geçerli olan ölçümüze gelelim: Sizin o “La” dediğinizi bir müşrik, bir Yahudi, bir Hristiyan da yapabiliyor mu? Hatta yapıyor mu? Tavsiye ediyor mu? Eğer öyleyse, onları taklit ediyorsunuz demektir, bir yanlışınız var demektir…
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
Ve DarabALLAHU Meselen-6’dan…