Skip to main content
.

Billahi algı ve yaşantısı neden hayatımın önceliği olmuyor?

By 8 Şubat 2021No Comments

“A” ve “B” diye bahsettiğimiz asi “BEN” deyiş ve Billahi manada “BEN” deyiş öyle önemlidir ki, nasibinde fark etmesi dilenen için… Bunun önemini yeterince anlatamadığım, vurgulayamadığım için çok üzülüyorum. Örneğin, size “bir preparat fark ettim, beyne, kalbe, karaciğere çok iyi geliyor, onu kullanıyorum” demiş olsam büyük ihtimalle dinleyenlerin çoğu o preparatı arar, sorar, bulup kullanmaya başlar. Ama hayatındaki “A” takdimini arayan, nasıl “B” takdimi ile yaşarım diye hiç soran yok, bu nasıl iş? Bilmem izah edebildim mi? Herhangi bir yerimize fayda sağlayacağına inandığımız bir şeyi mutlaka öğrenip elde etmek için çalışıyoruz, ama ahiretimizle ilgili önemli bir bilgiyi dinlemek bize yetiyor, telaşına hiç düşmüyoruz!

Yoksa bu sadece bana mı tuhaf geliyor?

Yıllardır gündemimiz bu, ama insanlarda bir telaş yok! O telaşı göremeyince kendime; demek ki, sen konuyu yeterince izah edemiyorsun diyorum. Çünkü dünya ile ilgili bir konu olduğu zaman bir telaş ve heyecan oluyor, o konu sıkı takip ediliyor, ama “dünyaNızdan” bakışı ile ilgili bir konu olunca aynı telaş gösterilmiyor. Aslında fark ettiğimiz bu hal için bizde “neden böyle?” rahatsızlığı başlamalı. “Neden böyle oluyor?” derken fark etmek gereken şu: Acaba benim akıbetim cehennem olduğu için mi bana dünya cazip geliyor ve ben dünya peşindeyim? Diyelim ki kişi bu sorgulamayı yaptı ve fark etti ki, cehennemlik işler ona daha cazip geliyor, ne yapacak? “Öyleyse bu toplantılarda ne işim var, bu kitapçıklarla, bu söyleşilerle niye uğraşayım, zaten akıbet belli” mi diyecek? Tabi ki hayır, öyle düşünmemek lazım… Ancak bunu fark etmek çok önemli. Bunu fark eden, bu halin rahatsızlığını duyup tövbesine giren ve o tövbenin getireceği yeni hayata giren kazanacaktır. Belki kaderinde böyle (fark edip, rahatsız olup, tövbe edip yeni bir hayata girmekle ilgili) bir çizgi vardır. Efendimiz (SAV)’in şu hadisini hatırlayalım: “Kişi cehennemlik amellerle meşgul olur, cehenneme girmesine bir kulaç kalır ama yazısı gelir, cennetlik ameller yaparak cennete gider. Kişi cennetlik amellerle meşgul olur, cenneti kazanmasına bir kulaç kalır ama yazısı gelir, cehennemlik ameller yapmaya başlar, cehennemlik olur.” Muhafaza buyur Allahım… Hadisin ilk kısmının insana açtığı kapılardan birisi şudur ki, kişinin “ben neden dünya konulu heves ve telaşlar içerisindeyim, niye Billahi algı ve hayat bana çok cazip gelmiyor, tesir etmiyor, hayatımın önceliği haline gelmiyor?” diyerek bir pişmanlık hissedip bu yola girmesi dilenilmiş olabilir. Bir kişinin kaderi içinde, bu telaşın getireceği tövbe, onda cennete açılımı sağlayacak duayı oluşturacak olabilir, kaderinde öyle bir çizgi olabilir. Ama “Billahi algı ve yaşantısı neden hayatımın önceliği olmuyor?” telaşına mutlaka bir girmek, bu telaşı derinden yaşamaya çalışmak lazım…

Yıllardır devam eden konumuzun tüm aşamalarını oluşturan tek cümle “La ilahe İllallah”tır, Kelime-i Tevhid’dir. Rasulullah (SAV)’in Sefa Tepesi’nde açıkladığı buydu; La ilahe illallah! La ilahe; Hiçbir şey yok! illa Allah! Hatta “var” bile demedik. “Var” kelimesinin bir sınır getireceğini kabul edip “var” bile demedik: “Bir şey yok aslında (la ilahe); illa Allah” dedik. Yola çıkışımız, konuyu ortaya koyuşumuz buydu: La ilahe (bir şey yok), İlla Allah…

“Allahu La ilahe illa HUvel Hayyul Kayyum.” (Bakara-255, Al’u İmran-2)

Her iki ayetin baş kısmı Kelime-i Tevhid’deki gibi “Allahu la ilahe illa HU”dur, “La ilahe illallah” manasındadır. Ancak bu ayetler Kelime-i Tevhid’e bir özellik ekliyor: “La ilahe (hiç bir şey yok), illa Huvel Hayyul Kayyum (ancak O Hayy ve Kayyum’dur). Burada yakalamamız gereken bir mana var. Bu sebeple biz işi hayata getirmeye, yaşadığımız hayatı tarif etmeye çalışıyoruz. Bu hayatı ayetle tarif etmek istiyoruz. Yaşadığımız hayatı tarif etmeye niye çalışıyoruz? Hayatın gerçek tarifi nedir, onu bilmek istediğimiz için! Çünkü biz “hayat” diye gerçek hayattan başka bir şeyi tarif ediyoruz, başka bir tarifle meşgulüz. Peki, gerçek hayat nedir? İşte onu şimdi “ayetlerle” tanımlamaya çalışacağız.

La ilahe (bir şey yok), illa Allah! Ve yakaladığımız bu “illa Allah” kapsamı içerisinde düşünüyoruz ki; hayat; Hayy ve Kayyum olan Allah… Yani Hayy olan Allah; hayat da Allah’ta… Gayrı yok, dunü, dışı yok, başka bir şey yok! Allah dışında bir hayat düşünmek muhal; o düşünceler “La ilahe” kapsamına girer. La ilahe illallah; başka bir şey düşünmek yok! O zaman, hayat diye düşüneceğimiz şeyi Allah’tan gayrı [O’nun dünunda] düşünemeyiz; burada hemfikir olduğumuzu düşünüyorum. Hayat diye düşüneceğimiz şeyi, hayat diye tanımlayacağımız şeyi Allah’tan gayrı düşünmemeliyiz. Peki, ama Allah diye “nasıl bir şey” düşünmeliyiz? Biraz zihnimizde somutlaşması için onu nasıl düşünmeliyiz? Bunu Kur’an öğretiyor, Allah tanımını bizzat Allah’ın kendisinden düşünebiliriz. Bizzat kendisinden alacağımız bu tanım İhlâs Suresi’dir.

Euzü Billahi mineş şeytanir racim, Bismillahir Rahmanir Rahiym: “De ki; Hu AllahuEhad, AllahusSamed, Lem yelid ve Lem yûled ve Lem yekûn lehu küfüven ehad.” Sadakallahul aziym.

Bu özelliği yüzünden İhlâs Sûresi bizim hayat döngümüzün de tarifidir. Bu gözle bakarsak İhlâs Sûresi’nin farklı bir mana ifade ettiğini görürüz.

“La ilahe illa Allah” dedik ve Allah dışında bir şey düşünemedik, Allah’ın dışı diye bir şey düşünmedik. Düşündüklerimize hayat da dâhildir. O zaman hayatı Allah dışında düşünemeyeceğimiz için tarif ederken hayata İlla Allah gözüyle, o kapsamda bakacağız. Öyle baktığımızda karşımıza İhlâs Suresi’yle tanım çıkacaktır. Yani hayatı “Allah’tan gayrı, duniHi bir şey düşünmeden” tanımlamaya çalışırsak, Allah tanımına bakmamız gerekecektir. Çünkü hayatı O’nun içinde tanımlamış olacağız. Öyleyse Allah’ın kendisini Bizzat kendisinin tanımlayışına bakalım: (Allah sana sorulduğunda) “De ki (Allah) Hu Allahu Ehad, Allahüs Samed, lem yelid ve lem yûled ve lem yekün lehu küfüven Ehad”dır. Bizim aradığımız tarif budur; hayatı anlatan tarif budur. Bu nedenle biz İhlâs Suresi ile anlatılan bu manaya “İhlas Hayat Döngüsü” dedik.

Bir zat Efendimiz (SAV)’e; “yeri göğü yaratmazdan önce Allah neredeydi Ya Rasulallah?” diyor.  Efendimiz “Altında ve üstünde hava olmayan A’MA’daydı” buyuruyor. Bu cümle ne manaya geliyor, inşaAllah bunu sonra tefekkür ederiz. Ancak şu çok dikkat çekicidir: Efendimiz (SAV)’den bu açıklamayı, bu cümleyi duyanlar onu anlıyorlar. Diğer önemli nokta ise şudur: Bu soruyu soran ve bu cevabı alan zat yolda Hz. Ali’yle karşılaşıp bunu onunla paylaştığında, Hz. Ali (ra) “El’an öyle, zaten öyle, şu an da A’ma’da” diyor. Enteresan! Böyle bir cevap alıyorlar ve bu cevap onları tatmin ediyor! İşte bu da üzerinde düşünülmesi gereken bir şey: “Altında ve üstünde hava olmayan A’ma’daydı” cevabını duyunca anlıyorlar. Hatta Hz. Ali (ra) bunu duyunca; “zaten öyle, el an öyle” diyor, çok ileri derecede bir ilimle karşılık veriyor. Ama asıl önemli nokta şu: Duyanların hepsi bu cümleyi anlıyorlar! Kavradıkları mana, gördükleri olay ve onları kuşatan ilim… Üzerinde tefekkür etmemizi, düşünmemizi gerektiren bir konu aslında…

İhlas Suresi “İhlas Hayat Döngüsü” dediğimiz bir döngüyü tanımlıyor ki bu döngü aynı zamanda “Dönüşümüz O’na Döngüsü”dür! “Sübhanallahi ve Bihamdihi SübhanAllahil aziym, estağfirullah ve etubü ileyk: Dönüşümüz sanadır…” Bu tövbe ve duruş ile ifade edilen bir döngüdür; “dönüşümüz O’na” döngüsü! Dönüş O’nadır, rücu O’nadır! Bu döngü İhlâs Hayat Döngüsü olduğundan, içindeki süreçleri İhlâs Suresi ayetleriyle isimlendirelim:

Bu döngüde iki nokta var ki, onlar hayatla ilgili önemli dönüm noktalarıdır. Şöyle: Aslında yaşadığımız hayat vehimdir, var sandığımız hayat vehimdir. İşte bu Vehim’den önceki kısmı “HuvAllahu Ehad, Allahus Samed” olarak isimlendiriyoruz. Vehmin olduğu yeri, bu hayatın olduğu yeri ise “lem yelid ve lem yûled” olarak adlandırdık. Çünkü bu hayatın özeti budur: Lem yelid ve lem yûled; doğurmamıştır ve doğurulmamıştır. Bu kısımda bunu söyleyen, bu tespiti yapan birisi olduğuna göre, Allah’tan başka bir “var görünen” var demektir. O tespit yapıyor ve diyor ki: Lem yelid ve lem yûled. Demek ki bir yaratılan var ve o tespit yapıyor! Hatta idrakı ilerlerse daha sonra o bir tespit daha yapıyor; “Ve lem yekün lehu küfüven ehad” diyor. Özetlersek: Henüz vehim nuruyla yaratmanın olmadığı yerde bir tespit yok, bu yüzden orası; “HuvAllahu Ehad, Allahüs Samed!” Orada tespit eden biri yok. Tespit “Lem yelid ve lem yûled” ile başlıyor ve bu daha sonra, daha ileri bir tespite dönüşüyor: “Ve lem yekûn lehu küfüven ehad” yaşanıyor.

“Lem yelid ve lem yûled”deki tespit, kişinin kendi hayatıyla bir kıyaslamadır. Sonra kişi daha ileri bir kıyasa giderse, Allah’ın kendisine benzemediğini söylüyor, “bizim gibi değil” diyor. Döngüdeki bu süreçler birer idraktır, her biri farklı idrakların yaşandığı noktalardır. “Lem yelid ve lem yûled” yaşantısı, bir nevi bu döngünün avamının yaşantısıdır. Onlar MUKTESIDLER veya MUTEDİLLER olarak isimlendirilmiştir. Göreceğiz, çok farklı bir avamdır o… İşte “lem yelid ve lem yûled” İhlâs Hayat Döngüsü’nün Mutediller’inin tespitidir, Mukarrebun’un değil! Bu döngünün Mutedil’inin tespiti budur: “Lem yelid ve lem yûled: Doğurmamıştır, doğurulmamıştır.” Sonra idrak ve o idraka uygun yaşayış ilerleyince bu tespit “Ve lem yekûn lehu küfüven ehad: Eşi, dengi, benzeri olmayan, kendisine bir küfüv olmayan Ehad’dır”a dönüşüyor. Evet, aslında bunlar birer idraktır, o idrakların yaşanış biçimleridir. Dolayısıyla; Ehad’la başlayan İhlâs Hayat Döngüsü, nihayet yaşayanın kendi tespit ettiği, kendisinin ulaştığı Ehad’la tamamlanıyor. Bu sürece İHLÂS HAYAT DÖNGÜSÜ dedik.

Bu döngü aslında “cennet yaşantısı”dır, İhlas Hayat Döngüsü’nde dünya yaşantısı yoktur, orası tamamen cennet yaşantısıdır. İhlâs Hayat Döngüsü’nün dünya yaşantısıyla, dünya ile hiç ilişkisi yoktur. “Bu döngünün dünyayla ilişkisi yok” derken neyi kastediyoruz, bakın:

İhlâs Hayat Döngüsünde “Lem yelid ve lem yüled” noktasıyla birlikte (ki oraya biz “B sıfır noktası” diyoruz), bir olay gelişiyor, bu döngüden sapan bir bilinç oluşuyor. İşte o bilinci tanımak, bilmek ve o bilinçten kurtulmak gerekiyor. Döngüdeki “B Sıfır Noktası” dediğimiz nokta, Bismillahi’r Rahmani’r Rahiym’in, “Amentü Billahi”nin, “Amentü Bilkaderi”nin “B”sine yönelen, oraya dönen noktadır. B Sıfır Noktası döngüden sapan bilinçle, döngüye ait bilincin ayrıldığı dönemeçtir.  İnsan bilinci kendisini bu noktadan itibaren fark eder, bulur ve bulduğu bu noktada kendisini hayata takdim eder, bu takdimini “BEN” diyerek yapar; o yüzden burası aynı zamanda Takdim Noktası’dır. Ancak yaptığı ilk takdim, gerçeği fark etmeden yaptığı bir takdim olduğu için Bismillahi’r Rahmani’r Rahiym’in, “Amentü Billahi”nin, “Amentü Bilkaderi”nin “B”sinden perdeli bir takdimdir. Kişi kendini böyle takdim etmekle İhlâs Hayat Döngüsü’ne paralel bir yola düşer. Bu paralel yol, hakikatin dışında ve ona ters olup dünya hayatı dediğimiz sapıp giden yoldur, o yoldaki hayattır. Dünya için oluşan hayat, dünya için dilenen hayat böyledir; böyle olmasa dünya olmaz! İşin hikmetine baktığımızda görürüz ki; dünya hayatını dileyen kim? Allah! Değil mi? Elbette! O zaman bir suçlu, bir yanlış yapan olabilir mi? Allah dünya hayatı dediğimiz hayat tarzını dilemiş, o yüzden bu hayat var, böyle dilediği için var! İşin önemini anlatmak için söylüyorum! Eğer siz o sapan yoldan geri dönmüş ve “lem yelid ve lem yûled” idrakını fark etmişseniz, yani nefs-i levvameye girmişseniz “ben bu fark ettiğim hakikati herkese bildireceğim, kavratacağım, gerçekte cennet ve cehennem neymiş anlatacağım, cennet ve cehennem idrakını bütün dünyaya ilan edeceğim” derseniz, bu anlattığımız hakikatleri bu çıplaklığıyla söylemeye çalışırsanız “Allah yolunu açıklıyorum” diye Allah’a savaş açmış olursunuz; dünyanın dönen tekerine çomak sokmuş olursunuz. O zaman ne olur biliyor musunuz? Allah’ın dileği olan bu sistem, bu mekanizma, o kişiyle mücadeleye girer.

Kişi Allah sistemini fark etmek istiyorsa, takdimin başladığı “B Sıfır Noktası”nı önemsemelidir, çünkü hayatındaki EN ÖNEMLİ NOKTA odur. Bu yüzden, fark etmek isteyen insanın bundan daha önemli bir işi yoktur. Çünkü kişi bu noktada “BEN” diyor, hem de “ben müstakilen varım” manasında “BEN” diyor. “Ben müstakilen varım” dediği an kendisine yeni bir dünya oluşturuyor; “BEN”li bir hayat oluşturuyor. Artık “BEN” var, yani takdim var. Bu “BEN” deyiş iki manada: Birisi, Vehim Nuru kısmındaki “B” Takdim Formu”nun “BEN” deyişi, diğeri Vehmin Zulmeti kapsamında “A” Takdim Formu”nun “BEN” demesidir. Günlük yaşantıda bu “iki BEN”i mutlaka fark etmek lazım. Bu “BEN”lerin birine “A”, birine “B” derken bir amacımız, birini diğerinden ayırmaktı… Bir de ilk takdim ediş Asi bir takdim olduğu için Asi’nin “A”sını alıp ona “A” Takdim Formu “BEN”, diğeri de Bismillahi’r Rahmani’r Rahim’in “B”si kapsamında bir takdim olduğu için ona da “B” Takdim Formu “BEN” demek içindi.

Her iki takdime ait hayatları, onların veri tabanlarını ve özelliklerini kendimizde kıyaslayalım. Bunu yaptığımız zaman farklarını anlamak kolaylaşacaktır, inşaAllah… “B” takdimiyle “A” takdiminin ayrı düştüğü şey nedir? “A” kendini müstakil kabul edip öyle takdim etmektir. Bu aslında “Ben rabbım” demektedir. Buraya çok dikkat edin. Kendinizdeki Rububiyet gücüne sahip çıkmaktır, rablığı ilan etmektir. Efendimiz (SAV)’in açıklamış olduğu tebliğ budur: La ilahe; bu “A” takdimi dünyası yoktur. La ilahe; kendini ilah/tanrı ilan etmen yanlıştır. La ilahe; öyle bir ilah, öyle bir tanrı, öyle bir rab yoktur. İllallah; illa Allah! İşte “İkra” ile yapılan önemli okuma, önemli tesbit budur: La ilahe, illa Allah! Bu okuma bir ileri aşamada size der ki; kim tanrılığını, rablığını ilan etmişse ona cennet kapalıdır. “La ilahe” cennete giremeyeceklerin vasfıdır. “İllallah” cennet hayatının tanımıdır.

Mustafa Yılmaz DÜNDAR

Sen Tanrı mısın?

Sayfa:  283-288