Skip to main content
.

Aşağıların aşağısı bir idraktır, Allah’ın dışı var sanmaktır.

By 7 Haziran 2020No Comments

Biz hep Kelime-i Tevhid’i veya İhlâs Sûresi’ni anlatıyoruz. Bu manayı anlatırken “böyle yaşayalım ve böyle nesil yetiştirelim” dediğimizde anne babalar “bu konuyu çocuklarımıza nasıl anlatacağız?” diye soruyorlar. Bu soru neden sorulur acaba? Anne-baba çocuğunun hangi algısını fark ediyor ki, böyle bir telaşa giriyor? Paylaştığımız gerçeği kişinin kendi aklı zor kavrıyor, çocuk ne yapsın diye telaşa giriyor. Çocuğuna bakıyor, çocuk da kendisini Allah’ın dışında (duniHİ idrakta) biliyor. O kadar Allah’ın dışında biliyor ki telaşlanıyor, “bu gerçeği ona nasıl anlatacağız?” diye endişe duyuyor. Aslında bu soru bir itiraftır, normal hayatta bilmeden böyle yaşandığının itirafıdır. Herkesin Allah’tan ayrıymış zannıyla (duniHİ algıyla) yaşadığını fark etmenin itirafıdır. Bunu fark ettiği için, “bu durumu çocuğuma nasıl anlatırım?” telaşıyla yöntem istiyorlar.
Bir melekte böyle bir algı (Allah’tan uzakta, onun dışında algısı) yoktur, zaten bu yüzden melektir. Şeytan ise tamamen bu algıdadır, bu yüzden örtücüdür, kâfirdir. Melekteki “Allah’ı bilme” algısı bizde Ahseni Takviym olarak var. İnsan Esfele Sâfiliyn’e atılınca kendini Allah’tan ayrı bilmesi Ahseni Takviym halin üstünü kaplamıştır. Esfele Sâfiliyn hâl onu öyle örtüp kaplamıştır ki sanki bu yapıda Ahseni Takviym yok gibi insanın her şeyine hâkim olmuştur. Dolayısıyla, bir kişi Allah’a inanmıyorsa Allah’ın dışı algısı onda öyle kuvvetlidir ki ona göre kendi vardır da (hâşâ!) Allah yoktur. Bu algı bu kadar kuvvetlidir.
Esfele Sâfiliyn ‘Allah’ın Dışı Var’ sanmaktır, bu sahte algının adıdır. “Allah’ın dışı var” sanan idrak, idrak skalasında Aşağıların Aşağısı’na inmiştir. Daha aşağısı yoktur: Esfele Sâfiliyn! Bu idraktaki kişi “Allah’ın dışı var” algısı nedeniyle idrak skalasında en aşağıdadır. Bu yüzden, bunu bilenler, zamanında Esfele Sâfiliyn’e “Aşağıların Aşağısı” demiştir.
Aşağıların Aşağısı dünya hayatı demek değildir. Öyle olsa bir veli dünyada nasıl yaşar? Efendimiz (SAV) hepimize örnek bir yaşantıyı dünya hayatıyla nasıl sunar? Dünya hayatına Esfele Sâfiliyn diyemeyiz. Esfele Sâfiliyn bir idraktır, dünya hayatı değildir. Her şeyi Allah ile ilişkilendirmemiz gerekiyor, dünya ile ilişkilendirirsek yanılırız, doğru ilişki kursak bile ömrü kısadır. Her bir duygumuzu, yorumumuzu, fiilimizi, her şeyimizi Allah’la ilişkilendirirsek onlar sonsuza uzar.
Kur’ân’da “aşağıların aşağısı” bir idrak olarak Esfele Sâfiliyn tanımıyla anlatılmıştır. Bu idrakı oluşturan “Allah’ın dışı varmış algısı” ise Dûnillah, DûniHİ, Dûniy, Dûnina, Dûnike, DûnirRahmân ifadeleriyle belirtmiştir. Kur’an’da “Dûn” ifadesi Allah’ı işaret eden lafızlarla kullanıldığında “Allah’ın dışı” algısını anlatır. Allah’ın dışı varmış algısına bu yüzden biz “Dûnillah algı” diyoruz. Bu algı sonucudur ki, insan kendisini müstakil bir varlık olarak algılar. Mesela, Allah’a inandığını söyleyen bir kişi bile bu Esfele Sâfiliyn hâl gereği, “Allah var, dışında kendisi de var” sanır, kendini müstakil bir varlık olarak algılar; “Müstakilen Varım ve Muhtarım” der. Dikkat edin lütfen, “Müstakilen Varım” demek “Mütekebbir’im” demektir. Hayır! Yalnızca Allah Müstakilen VARdır ve Allah Mütekebbir’dir.
Bu algıya düşüş Hz. Âdem’e secde etmeyen şeytanın hileyle sebep olduğu olaydır. Kur’ân onu “aşağı indirme” olarak tarif eder: “Böylece, onları aldatarak aşağı sarkıttı (idrak skalasında aşağıya attı).” (A’raf-22) “Buyurdu; bazınız bazınıza düşman olarak inin…” (A’raf-24)
Vehim kânunu sayesindedir ki insan “Allahın dışı var” sanmış, “Varım ve Muhtarım” demiştir.
Vehim nuru aslında öyle bir şey ki onun saf ve temizi Veli’de bulunur. Saf haliyle vehim nuru velayetin başlangıcındaki (nefs-i mutmainnedeki) velide bulunur. Sonra ilerlerse o vehimden de sıyrılacaktır ama velayetin başlangıcı öyledir. Yani vehim önemli bir nimettir. Saf vehim nefs-i mutmainne ile başlar. Mutmainne öncesindeki zorluk, vehim olmayıp vehmin zulmetidir. Bu yüzden Esfele Sâfiliyn ile Vehmin Zulmeti çok ilişkilidir. Vehmin Zulmeti’nden kurtulmak Esfele Sâfiliyn’den kurtulmak demektir. Öyle olunca Vehmin Zulmeti ile Vehim’i birbirinden ayırmak zorundayız.
Vehim “yasal yanlıştır” ama bizim için bir başlangıç imkânıdır. Vehim kânunları sayesindedir ki biz Var Görünenler Allah’ı bilebiliyoruz. Yasal yanlış olan o imkânla, “Haddi aşmadan bu hatayı yapmanıza izin verdik” denilen o vehim çerçevesi içerisinde biz Allah’ı tanıyabiliyoruz. Vehim Allah’ı bilebilmemiz için bize verilen, yararlandığımız bir nimettir. Evet, biz başlangıçta Allah’ı vehimle biliyoruz. Ama aynı vehimle insan Allah’ın dışı var sanıp “Varım ve Muhtarım” diyor. Bunu da vehimle yapıyor, vehim kânunlarını kullanarak yapıyor. İnsan, önce kânunlar kompozisyonu olan vehim ile Allah’ı hakkıyla bilirken, sonra aynı vehimle Allah’ı yanlış tanımlıyor veya inkâr ediyor. Bu durumda vehim kânununu edepsizce kullanmaktadır ki bu hâl Vehmin Zulmeti’dir.
Vehmin Zulmeti, vehim kânunlarının suiistimal edilmesiyle düşülen karanlık idrak seviyesidir. “Vehmin Zulmeti” hali bize gerçeklerden çok uzağa düşen sağlam bir kabullenişi anlatmaktadır. Bu karanlık idrakta ısrar, inat ve sebat öyle bir kabulleniş oluşturur ki geri dönüşü olmayan bir uzak düşüşe sebep olabilir. Onu fark edip kurtulmamız için Efendimiz (SAV) bize duasını öğretmiştir: “Allahümme ahricniy min zulumâtil vehmi ve ekrimniy bi nûril fehmi: Allahım, beni vehmin zulmetinden, vehim kânununu edepsizce kullanmaktan kurtar ve bana nurunla bir anlayış ikram et.
Bu dua da diğer dualar da Billahi idrak çerçevesinde meallendirilerek yapılırsa size çok mânâlı gelecektir. “Allahım, vehim kânununu senin râzı olmadığın şekilde kullanmaktan ve onu tevhid gerçeğine uymayan zannlarla suiistimal etmekle düşülecek uzak sapıklıktan beni kurtarıver. Âmentü Billâhi gerçeğine uygun idrakı ve yaşantıyı görebilmemi, anlayabilmemi ve uygulayabilmemi sağlayacak olan hidayet nurunla bana bir anlayış ikram et.” (Âmin.)
İdrak seviyesi skalasında Aşağıların Aşağısı Esfele Sâfiliyn’dir. Allah’ın bir rahmeti, bir lütfudur ki, anlayalım diye bize konuştuğumuz dille kendini ve âyetlerini bildiriyor. Ancak, âyetlerde Allah ile ilgili mânâlara normal yaşantıdaki gibi meâl veremeyiz. Allah için olduğunda mânâ değişir; o kelimeye, o cümleye İhlâs Sûresi’ne, Kelime-i Tevhid’e uymayan mânâ verilmez. Dışarıdaki yaşantıda konuşulan dile ait bir mânâ Allah için de verilemez. Böyle anlamlardan önemli birisi “Dûn” kelimesidir. “Dûn” kelimesi birçok âyette Allah için kullanılırken bazı âyetlerde beşeri olayları anlatır. O ifadenin beşer için geçtiği yerde insana uygun mânâ vermeliyiz. Ama Allah için “Dûn” geçtiğinde vereceğimiz mânâ insana verilen gibi olamaz, orada İhlâs Sûresi’ne uygun bir mânâ kullanılmalıdır. Dolayısıyla, “dûn” kelimesinin “dûnillah/dûniHİ” gibi Allah için olduğu âyetler İhlâs Sûresi, Kelime-i Tevhid ve benzer manadaki diğer âyetler dikkate alınarak manalandırılmalıdır. Kur’ân insanların konuştukları dille geldi diye, âyetleri aramızdaki mânâlarla meallendirmeye çalışmak doğru olmaz. Mânâ özellikle İhlâs Sûresi’ne ters ise Kur’an’ı anlamak imkânsızlaşır. Ne yazık ki, insanca mânâlar nedeniyle, Kur’an’ın “Dûn” kelimesi ile ifade ettiği mânâ anlaşılmamıştır. Böyle kelimelerden birisi de Mütekebbir’dir. “İnşirah” ve “FÂTİHA ile fetih” kitapçıklarını inceleme fırsatı olanlar, “Mütekebbir” kelimesinin yeterince doğru anlaşılmadığını, mânâsının “kibirli insan” ile sınırlı kaldığını göreceklerdir. “Gayrullah” kelimesiyle anlatılan mânâ da öyledir. Gayrullah, dûnillah algı sonrası içindir. Dûnillah algı başlayıp da kişi o idrakıyla Allah’la bir şeyi kıyaslıyorken, bir şeyi Allah’la kıyaslayanlara (dûniHİ algıyla yaşayanlara) bir konu sunulurken “gayrullah, gayruHU” kullanılır. Örneğin Efendimiz (SAV)’e birisi gelip, “Kur’an ayetlerini bir insan yazmış” diyor. Bu tabloda zaten dûniHİ algı var, böyle bir idrak var. İşte bu idrakla yaşayana bir mânâyı somut bir şeyle kıyaslayarak anlatırken âyetler ve hadisler “gayrullah, gayruHU” ifadesini kullanır.
Bizim öncelikle anlamamız ve hemen kurtulmamız gereken “dûnillah” ile ifade edilen mânâdır, yani “Allah’ın dışı var” algısı ve yanılgısıdır. Çünkü bu algıyla birlikte bu algıdan kaynaklanan zann’lar başlıyor, hayat bu tuzakla doludur. Hayata başladığımız bu algı öyle kuvvetlidir ki yaşantı ondan kaynaklanan zann’larla dolu…

Mustafa Yılmaz DÜNDAR

Aşağıların Aşağısı

2. Baskı

Sayfa: 15-21