Skip to main content
.

Rasulullah (SAV)’in OKU’duğu ve Bize Haber Verdiği Gerçek

By 26 Eylül 2023No Comments

Allah diledi, bir süreç ve insan. İnsana kadar geçen o süreçte bir Ehadiyet Mertebesi var ki, orada Allah’a Ehad deriz. Aslında Allah o an da şimdi de Ehad ve Samed; zaten hep Ehad ve Samed. Ehadiyet halinde bir fikir yok. Fikir oluşmaya başladığında Vahidiyet Mertebesi var, oraya Vahid diyoruz. Sonra Ulûhiyet, sonra Rahmaniyet, sonra Rububiyet Mertebesi. Rahmaniyet’le Rububiyet arasındaki sınır Arş. Rububiyet’ten sonra Hakkaniyet Mertebesi var ki; ona Hakk diyoruz. Hakk olarak yaratılan budur. Hakkaniyet Mertebesi (Hakk), yaratılmış olanların halen var oldukları halin ismi. Şu an bulunduğumuz pozisyonun ismi Hakk, Hakk olarak yaratılmış. Bu süreçteki Hakk, yaratılmış olanların halen var oldukları haldir. Yarattığı nedir? Hakk yani Hakikat Mertebesi. O nerede? İlminde. İlminde yarattı. Her şey O’nun ilminde… Bu hakikat (Hakk) Allah’ın ilminde. Diledi, bu süreçlerle Allah yarattı ama ilminde yarattı. Yaratılanları Hakk olarak ilminde yarattığına göre, bir Allah ve bir de ötede beride yarattığı bir şey yok. Zaten “dışı” diye bir sınır, “dışı” diye bir şey yok, öyle bir şey yok, dolayısıyla dışında diye bir yer yok! İlminde yarattı.

Fakat sonra ne oluyor da biz bu Hakikati anlamıyoruz, bunu anlamakta zorluk yaşıyoruz, bu zorluk neden? İşte Efendimiz (SAV)’in OKU’duğu; İKRA’ hadisesiyle anlatılan! Anlaşılması gereken esas mesaj o! Onun üzerinde durmamız gerekiyor; Efendimiz (SAV) neyi OKUdu? O’nu telaşlandıran şey, O’nun anlamaya çalıştığı şey neydi?

Sistem şöyle çalışıyor: Allah’ın ilminde yaratılmış olan, bizzat hakikatin bünyesinde olan kişi kendini düşünüyor ve “ben müstakilen varım” diyor. “Ben müstakilen varım” demek kendine kimlik vermektir: “Ben varım, ben müstakil bir varlığım. Müstakil düşüncem, müstakil cüzi iradem var, kararlarımı kendim veririm” diyor. Tabi inanıyorsa “cüzi iradem” diyor, inanmayan “iradem” diyor, “cüzi irade” demiyor. Kişi “ben müstakilen varım” demekle müstakil (Allah’tan ayrı) bir kimlik oluşturuyor. Bütün mesele bu; “ben müstakilen varım” demek! Lütfen dikkat edin, oysa onun “ben müstakilen varım” diyerek oluşturduğu zannî dünyası Allah’ın yarattığı hakikat değil, hakikatin içinde değil. Onun oluşturduğunun hakikatte yeri yok! Kişinin “ben müstakilen varım” diyerek oluşturduğu zannın Allah’ın Yarattığı Sistem’de yeri yok! Öyle bir şey yok! Buna rağmen “ben müstakilen varım” diyerek kendisine oluşturduğu ayrı dünya sanal bir dünyadır; gerçeğin, yani yaratılan sistemin, hakikatin içerisinde olmayan bir zandır, kendi ürettiği bir sanallıktır.

Efendimiz (SAV) bu gerçeği OKU’du ve OKUduğu gerçeği bize öğretiyor; bunun için bize dualar öğretiyor:

“Allahümme ahricni min zulümâtil vehmi ve ekrimniy bi nuril fehmi.”

Bu dua ile biz “Allahım, vehmin zulmetinden beni çıkar ve bana nurundan bir anlayış ver ki İhlâs Hayat Döngüsü’nde olayım, orada kalayım, şu tanrıların (ilahlık hissiyatlıların) dünyasından beni kurtar” diyoruz.

“Ya Mukallibel kulub, sebbit kalbi ala diynike.”

Ya mukallibel kulub, beni İhlâslı Hayat’ta sabit kıl.”

“Rabbena la tuzi’ğ kulûbena ba’de iz hedeytena ve heblena min ledünke Rahmeh, inneke entel Vehhab.”

“Rabbimiz, bir kere bizi gerçeğe eriştirdikten sonra saptırtma. Sen kesinlike Vehhab’sın.”

Efendimiz (SAV)’in öğrettiği bu dualar, tanrılıktan (ilahlık hissiyatından) kurtulmaya çalışanın seslenişi oluyor böylece.

Hep bunu anlatmaya çalışıyoruz, konumuz hep bu: Tanrı ve tanrılık ilanı (müstakilen varım ve muhtarım iddiası, ilahlık hissiyatı) çok tehlikelidir.

Efendimiz (SAV)’in İKRA’ ile OKUduğu gerçek neydi? Allah’ın İlminde yaratılan (yani Hakikatin içinde olan) kişi kendisi bir dünya kuruyor ve “ben müstakilen varım” diyor! Çok dikkat edelim, kişi oluşturduğu bu dünyanın tanrısıdır; fark etsin etmesin, o dünyanın tanrısı odur! “Ben müstakilen varım” demekle kişi kendisini tanrı ilan ediyor! “Ben müstakil bir insanım, ben müstakilen varım” zannettiği an kişi kendi oluşturduğu sanal dünyada kendini tanrı ilan ediyor; Efendimiz (SAV)’in OKUduğu işte budur!

Efendimiz “La ilahe” ile bize OKU’duğu bu gerçeği, bu tanrılık ilanını anlatıyor ve ona “La ilahe” deyin diyor; çünkü o cehennemliktir. Kendisini tanrı edinenlerin, kendini tanrı ilan edenlerin yeridir cehennem! Efendimiz (SAV) böyle diyor.

Bu uyarıyı duyunca sakın “ben kendimi tanrı ilan etmiyorum, kimseye ben tanrıyım da demiyorum” demeyin, yanılırsınız, böyle düşünmek yanılgıdır! Tanrılık ilan etmek; Allah dışında, Allah’tan başka ben de varım demektir. Ben de müstakilen düşünebiliyorum, ben de müstakil karar verebiliyorum, benim de müstakil gücüm var demektir. Bu yanlıştan kurtulalım diye bize “ve la havle ve la kuvvete” hakikatini öğretiyorlar: Ben müstakilen varım diyen yok, illa Billâh!

İşte şimdi düşünün, sonsuz hayatımızla ilgili çok önemli bir bilgiyi (OKUyup) bize önceden haber vermiş bir Rasul (SAV) var… O’na (SAV) duyulması gereken minnet ve sevgi şimdi bu anlaşılınca doğuyor; ya O’nu tanımasaydım korkusu ve telaşıyla!

Ya O’nu bilmeseydim…

Ya O’nu işitmemiş olsaydım…

Ya O’nun ümmeti olmasaydım…

O zaman nasıl bir hayat olabilirdi diyen bir telaşla O’na duyulacak bir sevgi başlıyor.

Ve bu sevgiyle okunan salâvat…

Rasul’e (SAV) olan o sevgiyle salâvat okumak o kadar önemlidir ki beyinde ayna nöronları çalıştırır. Bu duyguyla yapılan salâvat çok önemli bir salâvattır, şaşıracağınız faydalarını görür yaşarsınız.

Bize çok faydası dokunan, bizi zorluktan kurtaran bir insanla karşılaştığımızda nasıl yürekten “Allahım, bu kulundan razı oluver inşaAllah” diyoruz, işte onun gibi bir salâvat getirmek…

Evrak sayar gibi değil!

Birisine “Allah senden razı olur inşaAllah be kardeşim, beni nasıl büyük bir sıkıntıdan kurtardın” der gibi bir salâvat…

İşte o tefekkürle kişi Rasul’ü hayaller, “Ya Rasulallah” deyip sonra da “Cezallâhu annâ seyyidenâ Muhammeden ma Huve ehluh” der. Bu salavlatla biz “Ey Allahım, ben O’nu kavrayamam ben O’nu anlayamam. Benim O’nu anlayacak, kavrayacak gücüm yok. Rasulünü hakkıyla Sen biliyorsun, çünkü Senin Rasulün. O’na hak ettiği mevkiyi ver” diyoruz.

“Cezallâhu annâ seyyidenâ Muhammeden ma Huve ehluh” müthiş bir salâvattır.

O’ndan (SAV) aldığımız feyz ve ışıkla “Allah’ı tanıdım” diyoruz. Bunu düşündüğü zaman insan sarsılıyor…

Ya O’nu (SAV) tanımasaydım…

Ya O’nu duymasaydım…

İnsanın aklı almıyor, hiç!

Ne olurdu o zaman?

Nasıl bir felaket?

O zaman beni o felaketten o kurtarana başlayan (başlaması gereken) ilmî sevgi çok önemli değil mi?

Mustafa Yılmaz DÜNDAR

SEN TANRI MISIN?