Ebu Hüreyre (ra)’tan rivayet olunduğuna göre, Rasulullah (SAV) Efendimiz buyurmuşlardır ki: “Her birisinde kendine mahsus bir hayr bulunmakla beraber Allah’a göre kuvvetli mümin zayıf müminden daha sevimli ve daha hayrlıdır. Sana hayr üzere faydalı olan şeyler için azimle çalış, bu yolda Allah’ın yardımını iste ve acze düşme. Eğer hoşuna gitmeyen bir olay sana isabet ederse, keşke ben böyle yapmasaydım deme. Ancak şöyle de: Allah böyle takdir etmiş. O dilediğini yapar. Çünkü “keşke” yaklaşımı şeytana yol gösterir.”
Hadiste geçen “kuvvetli mümin” ve “zayıf mümin” tanımlarının ne kastettiğini anlamaya çalışalım. Risalet Dönemi’nin hayat şartları ve savaş ortamları sebebiyle insanların fiziksel yapı ve yetenekleri elbette günümüze kıyasla çok daha önemliydi. Ancak ayetlerin ve Rasulullah (SAV) Efendimizin açıklamalarının en birincil özelliği, insanların yaşadıkları her dönemin şartları içerisinde önemli ve geçerli olmalarıdır. Bu sebepten, “kuvvetli mümin” ve “zayıf mümin” derken Efendimiz (SAV)’in kastettiği şeyi her dönem için geçerli olacak şekilde anlamaya çalışalım.
Efendimizin (SAV) “Allah için daha sevimli ve daha hayrlıdır” tanımlaması bizim için konuyu anlamada anahtar cümledir. Halifetullah vasıflı insan Allah indinde fiziksel yapısıyla değil takva derecesiyle sevimli ve hayrlı kul vasfına ulaşabilir.
“Hucurat 13:Muhakkak ki Allah indinde sizin en ekreminiz (en sevimliniz, en hayrlınız) sizin en müttaki (takvaca en ileri) olanınızdır (en müttaki olanınız en çok korunanınızdır).”
Müttaki olmanın kapsamına giren halleri önemsemek, yerlerine getirmek ve bunlara göre bir hayat tarzı oluşturmak o insanı takva sahibi yapar. Dolayısıyla, bir insanın takva derecesi arttıkça o kulun Allah indinde sevimliliği de artar. İşin özü ve esası şudur ki; halifetullah vasıflı insanın kendisine Biiznillah verilen Muhtariyeti Tercih Gücü yetkisini Allah için kullanma gayreti, arzusu, şevki, ısrarı, inadı o kulu Allah indinde daha sevimli daha hayrlı yapar. Bir başka deyişle: Muhtariyeti Tercih Gücü yetkisini Hakk yolda kullanma kararı kuvvetli olan, tereddütlü ve zayıf olan mümine göre Allah indinde daha sevimli ve daha hayrlıdır. Hayatın içerisinden basit bir örnekle konunun anlaşılmasını kolaylaştıralım inşaAllah.
“Vaktin birisinde bir sultan ülkesinin üç ayrı şehrine bazı işlerin görülmesi ve yönetilmesi için üç prensini, halifesini tayin ederek, görülecek işlere göre de yetkilendirerek göndermiş olsun, böyle bir durum düşünüyoruz. Üç prensini yani kendisine halife tayin ettiği üç kişiyi gönderiyor ve işlere/göreve yetkilendiriyor. Prenslerden birincisi görevlendirildiği şehre gidince bir süre sonra şehirde kendi sultanlığını ilan etmiş olsun; sultan benim demiş. Tarihte var bunlar. Gönderdiğiniz şehirde Sultan’ına baş kaldırır, “buranın artık Sultan’ı benim” der. O da böyle demiş olsun. Oraya görevli/halife gönderildi ama kendi sultanlığını ilan etti. Prenslerden ikincisi, görevlendirdiği şehirde Sultan’ın halifesi olarak canla başla çalışıyor ve Sultan’ın itibarını şehirde yükseltiyor. Bu amaçla kendisine verilen yetkileri Sultan’ın adına cesaretle, arzuyla, şevkle ve kuvvetle kullanıyor olsun. Prenslerden üçüncüsü ise, görevli gittiği şehirde kendisine tahsis edilen handan hemen hemen hiç dışarı çıkmamış, “şehrin hali nicedir, sorunlar nedir?” diye pek ilgilenmemiş, ilgilendiği bazı işlerde de hiç isabetli kararlar verememiş, çok kere kararsız kalmış; dolayısıyla, Sultan’ı hakkıyla temsil edememiş, zayıf bir halife olmuş olsun. Prenslerin durumlarını Sultan sonra şöyle değerlendiriyor: Prenslerden birincisi halifemiz olmasına rağmen gönderdiğimiz şehirde hainlerle işbirliği içerisine girmiş ve sultanlığımıza karşı asi olmuş, haddi aşmıştır. Kendi müstakilliğini ilan eden bu prens artık düşmanımızdır, bizim için o “başkası”dır. Prenslerimizin ikincisi ve üçüncüsü halifemiz olarak Sultanlarına bağlılardır, her ikisi de Sultanları adına çalışmaktadır. Ancak üçüncü prensimiz kendisine verdiğimiz yetkileri kullanmakta pek zayıftır. Oysa ikinci prens halifelik görevini hakkıyla yerine getirmiş, Sultan’ın itibarını önemsemiş, kendisine verdiğimiz yetkileri kullanma konusunda en kuvvetli olan odur. Haliyle ikinci prens bizim için daha makbul, daha sevimli, daha hayrlıdır. Ona daha ileri görevler verebiliriz. Sultan böyle bir rapor çıkarmış…”
Bu örnekte de kuvvetli ve zayıf olan halifeleri görüyoruz.
Ayrıca Rasulullah (SAV) Efendimiz nasıl kuvvetli mümin olunacağını da hadis içerisinde bir tavsiye ile öğretmektedir aslında. Şöyle buyurmaktadır: “Sana hayr üzere faydalı olan işler için azimle çalış. Bu yolda Allah’ın yardımını iste ve acze düşme. Eğer hoşuna gitmeyen bir olay sana isabet ederse keşke ben böyle yapmasaydım deme. Ancak şöyle de: “Allah böyle takdir etmiş, O dilediğini yapar.” Çünkü keşke yaklaşımı şeytana yol gösterir.”
Kuvvetli mümin zayıf mümine göre Allah indinde daha sevimlidir dedi, hemen altında bir amel tarif ediyor, tavsiyeleri var: Sana hayr üzere faydalı olan işler için azimle çalış. Bu yolda Allah’ın yardımını iste ve acze düşme. Eğer hoşuna gitmeyen bir olay sana isabet ederse keşke ben böyle yapmasaydım deme. Ancak şöyle de: “Allah böyle takdir etmiş, O dilediğini yapar.” Çünkü keşke yaklaşımı şeytana yol gösterir.
“Sana hayr üzere faydalı olan işler” buyuruyor Efendimiz (SAV). Halifetullah vasıflı insana “hayr üzere faydalı olan” işler, o insanın kazanılmış değişimini Hakk yolda sağlayacak işlerdir. Böyle işlerle insan ancak Muhtariyeti Tercih Gücü yetkisini daima Hakk yolu tercih için kullanırsa meşgul olabilir.
“Hayr üzere faydalı olan işler için de azimle çalış, bu yolda Allah’ın yardımını iste ve acze düşme.”
Dikkat edecek olursanız Rasulullah (SAV) Efendimiz kuvvetli mümin olabilmek için “şöyle beslenin, ağırlık çalışın, güreş yapın” gibi tavsiyeler önermemekte, “Muhtariyeti Tercih Gücü yetkinizi Hakk yolda her nefesinizde ısrarla, cesaretle, azimle kullanın” demektedir. “Ayrıca “bu yolda acze düşerek kendini zayıf düşürme” diyerek de zayıf mümini tanımlıyor, zayıf mümin böyle olur buyuruyor: Kendini zayıf düşürme, zayıf mümin olma!
Tövbe Suresi 40. ayeti hatırlayalım: “La tahzen, innallahe meane: Üzülme, tasalanma, kesinlikle Allah bizimle beraberdir.” açıklamasıyla inananlara Hakk yolda gerçekleştirecekleri değişimlerinde onun dost ve yardımcısı Allah’tır denilmektedir.
Hadis, inananlar için Kader Konusu içerisinde “keşke” kelimesinin kullanım tarzlarıyla ilgili de bir ders vermektedir. Ancak bazı insanlar “hiç keşke kelimesi kullanmamalıyız” gibi bir yanlış inanışın içerisine girmektedirler, keşke kelimesinden ödleri kopar, hiçbir yerde kullanmazlar, kullananı da “aman keşke deme” diye uyarırlar. Ama işin aslı öyle değil ki, Efendimiz (SAV) öyle demiyor ki… Kur’an’da bazı ayetlerde dikkat edin, keşke kelimesini Rabbimiz kullanmaktadır, ayetlerde “keşke bilselerdi, keşke görebilselerdi” gibi anlatımlar geçmektedir. Rabbimiz keşke kelimesini Kur’an’da kullanmaktadır. Demek ki “keşke” kelimesini hiç kullanmamak değil…
O halde biz keşke kelimesini kullanacağımız zaman nelere dikkat etmeliyiz?
“Eğer, keşke kelimesini kullanarak kurduğunuz cümle Allah’ı, Allah’ın dileğini, Allah’ın hükmünü sorguluyorsa… Bir cümle kurdunuz ama aslında siz “ey Allahım neden böyle yaptın?” diyorsanız, işte burada kullandığınız “keşke” kelimesi yanlıştır. “Ey Allahım, neden böyle yaptın?” manasına gelen bir cümle kurmuşsanız, bu cümledeki “keşke” şeytana yol gösterir.”
Böyle yanlış şekilde “keşke” kullananı fark eden şeytan o insan için “ha, oltamıza bir insan takıldı, haydi onu oynatalım, haydi onun aklını oynatalım, onun zannlarını zıplatalım” diye bir yol bulurlar. Çünkü o insan farkında olarak veya olmayarak Allah’la didişmektedir.
Eğer insan olayların sonuçlarıyla didişiyorsa, yani Allah’ın hükümleriyle didişiyorsa, bu didişme hislerini cümleye dökerken cümleleri “ben” diyerek kursa bile, cümlelerinde “Allah” geçmese, orada “ben” dese bile, olayların sonuçlarının hükmünü insan vermediği için (istediği kadar ben desin), o hüküm ona ait olmadığı için o insan aslında Yaratan Hüküm sahibi Allah ile didişmiş olur.
Bu konularda kurulan cümlelerde “keşke” kullanmamış olsanız bile bu tür cümleler Allah’a karşı doğru olmaz, edeb dışı sayılır.
Dolayısıyla, her türlü sonuç için Bakara Suresi 156. ayetin öğrettiği gibi “İnna lillahi ve inna ileyhi raciun” demekle birlikte, Rasulullah (SAV) Efendimizin öğrettiği gibi “Elhamdülillahi rabbil alemiyn ala külli hal” de demek gerekir. Elbette bunların manalarını hissederek söylemek gerekir. Bu durumda, bize “keşke” kelimesini kullanacağımız bir alan kalmaktadır. Bir alan kalıyor ki orada “keşke” kullanabilirsiniz. Elbette konu yine halifetullah vasıflı insanın Muhtariyeti Tercih Gücü yetkisidir. İnsan Yaşanabilir Hayat Normları çerçevesinde olmak üzere, yalnızca Muhtariyeti Tercih Gücü yetkisi hakkını kullanma tarzıyla ilgili kendisini eleştirebilir. Kendisini eleştirebileceği tek yer, tek alan orasıdır, işte orada “keşke” kullanabilir.
Billahi anlamda iman eden bir halifetullah vasıflı insanın Muhtariyeti Tercih Gücü yetkisi hakkını kullanırken batıl yoldaki tercihleri için kendisini eleştirmesi, kınaması, ileriye dönük Hakk yol için daha dikkatli olmak üzere kararlar alması, bu konuda da Allah’tan yardım istemesi, hataları için bağışlanmak istemesi; bütün bunlar o insanın nefs-i levvame kapsamındaki gayretleri olur ki doğrudur; Allah indinde makbuldür. Allah Halifetullah vasıflı insanın bu davranışlarını Kıyamet Suresi 2. ayette övmüş ve rızasını/razılığını belirtmiştir.
Dünya ve ahirette Allah’a daim emanet olalım inşaAllah.
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
KADER-5 tefekkür paylaşımından…