Skip to main content
.

EĞER BİLLAHİ ALGIYA GİRERSENİZ BEN DE SİZİ ZİKREDERİM

By 18 Ekim 2020No Comments

“DûniHi algı” insanın kendisini, Allah’ın dışarısında “müstakilen var ve muhtar” zannederek bilmesidir ki insan bu algısı için bir gayret göstermez, olay kendiliğinden yürür. Silmemiz, kurtulmamız gereken bu algının kendiliğinden su gibi aktığını bilmek ve takip etmek ve o algıyla mücadelede ve o mücadeleyi sürekli kılmada önemlidir; yani tanımak ve önemsemek şarttır.

DuniHİ algı kendiliğinden su gibi akıyor, oysa “Billahi algı” için özel bir gayret gerekir. Ayrıca, “Billahi algı” kesintisiz yürütülebilmelidir. Ancak; bu durumda Fuad, Billahi algının tesiri altında kalabilir ve sonuçta Fuad Billahi algıyla bağlanabilir. Kulun “Billahi anlamda gayreti” demek; o kula Rabbi destek verecek demektir. Buyuruyor:

“Kulum bana yürürse, Ben ona koşarım.” (Hadis-i Kudsi)

“O halde zikredin BEN’İ (ki), zikredeyim sizi. Şükredin bana. Ve (sakın) küfretmeyin.” (Bakara-152)

Ayetlerle bize bu kapsamda bir yöntem öğretiliyor: Zikredin “BEN”i ki, sizi zikredeyim: Yani eğer “BEN”i hatırlarsanız sizi hatırlarım, “BEN”i anarsanız sizi anarım, “BEN”i unutmazsanız sizi unutmam.

“Kulun Allah’ı zikretmesi” ne demek ki? Ve “Allah’ın kulunu zikretmesi” nedir, nasıl bir şeydir acaba? Ve bu ikisi kıyaslanabilir mi? Bu öyle bir şeyi bize müjdeliyor ki: Eğer siz Billahi algıya girerseniz, Ben de sizi zikrederim…

ALLAH’I ZİKRETMEK kesinlikle Billahi algı demektir; bunun başka bir yolu, başka bir yeri ve başka bir kelime ile tanımlaması yoktur. Bizim kul olarak dünyada “Billahi algı”dan başka zikrimiz olmaz. “Billahi algı” ile gelen ikramı fark edin… Buyurdu ki: Eğer siz DȗniHİ algıdan kurtulur da Billahi algıya girerseniz Ben de sizi zikrederim, Ben de sizi anarım, Ben de sizi umursarım.

“Şükredin bana. Ve sakın küfretmeyin.” Şükretmek; her şeyi Allah’tan bilmek olduğuna göre “ŞÜKREDİN” uyarısı “her şeyi Ben’den bilin” demektir: Ben’den bilin! “BEN”i anmaya başladınız ve Billahi algıyla meşgulsünüz, artık bu algıyla beraber, size ulaşanları dûniHİ güçlere bağlamayın; size ulaşanı, verileni, geleni dûniHİ algı sonucu başka güçlere, başka sebeplere bağlamayın.

Ve sakın KÜFRETMEYİN: Sakın DûniHİ algıya yaklaşmayın! Bu uyarılarıyla Bakara-152 bize, gayret ettiğimiz zaman yardımın açılacağını, böyle bir müjdeyi hissettirir. Enfal Suresi ise bize bu müjdeyi açıklar:

“Ey, iman edenler! Eğer Allah’tan ittika ederseniz (fıtrî ahdinize ve Rasulullah ile size ulaşanlara sahip çıkarsanız, hıyanet etmezseniz) (Allah) sizin için FURKAN (Hakk ile Batıl’ı hızla ayırt eden ve Hakk’tan yana davranan akıl) oluşturur, Seyyie’lerinizi siler ve sizi mağfiret eder. Allah, Zül fadlil Aziym’dir.” (Enfal-29)

Billahi algı için özel gayret göstermek gerektiğini ayetlerden görüyoruz: “Ey, iman edenler! Siz Allah’tan ittika ederseniz…” buyruğu bu gayretin ne olduğunu somutlaştırıyor: İttika etmek! Bu çağrı Kur’an-ı Kerim’de o kadar çok geçer ki… Önemi yüzünden onu anlamamız, fark etmemiz gerekiyor. Şimdi onu içinde yaşadığımız hayattan bir örnekle anlamaya çalışalım: Birisine bir konuda söz verdiniz ama bir türlü de yerine getiremiyorsunuz. Oysa vaadiniz var, vaadinizle ilgili bir zaman var ve verdiğiniz söz de önemli. Yerine getiremediğiniz bu söz yüzünden onunla karşılaşmamaya çalışıyorsunuz. Böyleyken onunla karşılaştınız, ne yaparsınız? Sözü yerine getirememişseniz ondan çekinir, utanır, sakınırsınız, bir an önce de o sözü yerine getirmeye çalışırsınız. İşte siz bu halinizle ondan ittika ediyorsunuz demektir. Kur’an’ın “İttika edin” dediği de bu duruma benzer: “Söz verdiniz, sakının. Bana söz verdiniz, ona göre edepli durun” manasını taşır, en fazla bu manadadır. İttika etmek, verdiğimiz sözle ilgili olarak Allah’tan öyle bir sakınmaktır ki… Kul böyle bir ittika ile yaşama gayretine girmişse o zaman ona müjde verir: Ey, iman edenler! Eğer Allah’tan ittika ederseniz; yani fıtratınızda işlenmiş olan sözünüze, ahdinize sadık davranırsanız, o sözle ilgili olarak Rasulullah ile size ulaşanlara sahip çıkar desteklerseniz, o gelenlere hıyanet etmezseniz Allah sizin için FURKAN oluşturur.

“Furkan” Allah’ın çok önemli, çok güzel bir hediyesidir. Öyle bir şeydir ki: Eğer size Furkan lutfedilmişse, ne duyarsanız duyun, ne ile karşılaşırsanız karşılaşın o Hakk mıdır yoksa Batıl mı hemen anlarsınız. Bu ilk kez duyduğunuz, gördüğünüz yeni bir bilgi, bir fikir, bir arzu, bir iş olabilir ve o bir yerlerde yazılı da değildir; ama sizde Furkan oluşmuşsa o Hakk mı, Batıl mı hemen anlarsınız ve davranışınız kendiliğinden Hakk’tan yana olur, Hakk’a uygun fiil ortaya koyarsınız. Ayetin müjdelediği budur: Eğer ittika ederseniz böyle bir akıl size verilir! Allah size öyle bir akıl verir ki; onunla hayatınızdaki dûniHi ve Billahi olanları anlarsınız ve vücudunuz otomatik olarak Billahi fiile kayar, kendiliğinden… Bunu yapan “Furkan Sistemi”dir. İşte siz o gayrette olursanız Allah size bu Furkan’ı ikram eder, verir. Söyleşilerimizde hep “Gayret edersen, kıpırdarsan, kalkar ve davranırsan yardım edecektir” diyorduk değil mi, o cümleyi ayetlerden öğrenip de paylaştığımızı fark ettiniz mi? Müjde henüz bitmedi…

Furkan’ı verir, ayrıca dûniHi oluşturduklarını da senin için siler; onları da bağışlar, mağfiret eder. Ve sonuçta Zül Fadlil Aziym olan Allah senin dûniHi algını da siler…

Eğer, bir gayretle oluşturulan Billahi algının beyindeki izi dûniHi algıdan daha derinde olmazsa, fiiller dûniHi algıya göre şekillenir, Billahi algı beyinde bilgi olarak kalır, bu durumda siz “biliyorum ama uygulayamıyorum” sonuçlarıyla karşılaşırsınız. Bu madde işi çok önemsememiz için bize onun mekanizmasını anlatıyor ve yapmamız gerekenleri tekrarlıyor:

Gayret et!

Sabırlı ol!

İşi önemse ve üstüne git!

Mutlaka derin bir iz yap!

Eğer derin iz yapmazsan, konuyu iyi bildiğin halde, sorulduğu zaman bir bilgi yarışmasına katılmışsın gibi cevabı söylediğin halde senden öyle fiiller çıkmaz. O zaman senin için “söylediğiyle yaptığı uymuyor” derler. Aslında, bunu insan kendine kendisi söyler. Çünkü oluşturduğu dûniHi iz, yeni oluşturmaya çalıştığı Hakk izden daha derindedir.

Eğer insan Billahi algıyla gerçekten meşgulse o algı içerisinde bilir ki; Allah’ın dışı, dışarısı diye bir şey söz konusu değildir. “Allah’ın dışarısı” konusu zihinden çıkarılınca, “müstakilen var ve muhtar” olabilecek varlık iddiaları kendiliğinden düşer. Eğer siz zihninizden “Allah’ın dışı, dışarısı var”ı silebilirseniz ki; sileceğiz inşaAllah, hep onun yolunu, yöntemini görüyoruz, işte o zaman “dışarısı” diye zannettiğiniz yerde oluşturduğunuz, rol verdiğiniz her şey kendiliğinden düşer, sizin onları artık tek tek silmeniz gerekmez; hepsi kendiliğinden silinir. Yine insan bilir ki; kendisi de, yaratılmış tüm kullar da İlmullah’ta Allah’ın dileğinin suretidirler ve İlmullah’ta “var gibi” görünenlerdir.

Ve yine insan bilir ki; var görünen bu haline “BEN” demesi, Allah’ın BEN demesinden insana verdiği “Sen de BEN diyebilirsin” yetkisidir. “İzzet’in Allah’a ait” olduğunu paylaşırken gördüğümüz bir ayeti şimdi yeniden hatırlayalım: “Kibriya (Benlik) Semavat’ta ve Arz’da O’na aittir. O Aziyzül Hakiym’dir.” (Casiye-37)

Dolayısıyla: İnsanın “BEN” demesi bu çerçevededir. Billahi algısında “BEN” böyle söylenir. Billahi algıda olan da, dûniHi algıda olan da, düşüncesinde, hayalinde, zannı ve yaşantısında “BEN” der! Billahi algıdaki kul bilir ki; bu “BEN” demesi, Allah’ın kendi “BEN” deyişinden ona verdiği bir izindir, “Sen de bu haline “BEN” diyebilirsin” yetkisidir.

Dolayısıyla: Önemli olan mesele “BEN” kelimesini telaffuz edip etmemek değildir, bununla uğraşmak boş iştir. Önemli olan; “BEN” diyebilmek için neye sahip olman gerekiyor, onu bilmendir. Bir kişinin “BEN” diyebilmesi bir sonuçtur. Sende ne var ki senden bu sonuç çıkıyor ve “BEN” diyebiliyorsun? Bu sonucu çıkarabilmen için sende ne var acaba? Bir bak bakalım ona… Bu konuda bütün bulunması gerekenleri içeren en önemli mesele budur. Sende ne var ki, Allah sana “BEN” dedirtiyor. Kul, kendisindeki ne ile “BEN” diyor? İncelediğinde bak bakalım; nasıl “BEN” diyorsun? Şu cümle başlangıç için çok yumuşak bir alt sınırdır: “Sana Sen de “BEN” diyebilirsin yetkisi verilmiştir, bu yüzden “BEN” deyin.”

Mutlaka bir Billahi hayal kurmalısın… Talibin başka bir hayali olmayacak. Bütün bu anlatılanları hayale dönüştürecek ve sürekli o hayal zihninizde olarak yaşayacaksınız. Çünkü bu iş algı işidir, malzememiz yalnızca algıdır ve hayal bunun önemli bir yanıdır. Böyle olduğu için talip mutlaka bir Billahi hayalle yaşayacaktır: “Ben İlmullah’ta Allah’ın dileğinin sureti olarak var görünenim. “BEN” deyişim, O’nun “BEN” deyişinden bana verdiği bir yetkidir. Allah’ın dışında “müstakilen var ve muhtar” bir varlık değilim” diyerek bunu kendince bir hayale dönüştüreceksin ve zihninde bu hayali devamlı tutacaksın, sürekli. Öyle tutacak ve bu hayali öyle kuvvetlendireceksin ki; bu hayale göre davranmaya başlayacaksın. Bu hayal çok önemli bir ZİKRULLAH’tır. Zihninde başka bir şey ve elinde tesbih, olmaz! Yalnızca tesbih tutma sevabı alırsın. O tesbihte söylediklerin neyse, hayalinde onu mutlaka yapabilmelisin ki o da bu söylediğimizdir. Bunun dışındaki bir şey dûniHİ algı kapsamında olur.

Billahi hayal kurmak şarttır. BİLLAHİ ANLAMINDA HAYAL KURMAK; Allah’ta, Allah’la, Allah’tan olan bir yaşantının, bir kul olmanın hayalini kurmaktır. Özellikle salâtta mutlaka böyle durabilmek gerekiyor, mutlaka. Bunun için de Biiznillah gayret, gayret, gayret…

Ayrıca talib; “Billahi algıda mıyım, yoksa dûniHİ algıya mı düştüm?” testini kendisine devamlı uygulamalıdır. DûniHİ algıya düşerse, o düşüşüne ve düşüşlerine kuvvetle buğz etmeli ve derhal Billahi algıya ve hayaline dönmelidir. Billahi algı hayaline bürünüp düştüğü dûniHİ haline levm etmeli, tövbe ve dua etmelidir. Yani “Levm, Tövbe, Dua” üçlü mekanizmasını çalıştırmalıdır.

Bir yöntem olarak bu anlattığımız, yaşadığımız hayatta başka kelimelerle ifade ettiğimiz ve günlük normal yaşantımız içerisinde yaptığımız şeylerdir. Yaşadığın hayatta bir konuda başarılı olmak istiyorsan bunları zaten uyguluyorsun, o yaşantıda bunları fark etmeden kendiliğinden yapıyorsun. Basit bir örnek verelim, bir öğrenci sınıfın birincisi olmak istiyorsa bunun yolu nedir? Önce sınıfın birincisi olamadığı için çok ciddi rahatsız olacak. “Birinciyim veya değilim” rehavetiyle bu olmaz. Rahatsızlık en önemli ilk şarttır. Bu örneği verince “mutlaka her çocuk birinci olsun” demiyorum, yanlış anlaşılmasın, örnek vermek için söylüyoruz. Demek ki kişi önce çok rahatsız olacak: “Neden birinci olamıyorum, birinci olmalıyım…” diyecek. Elbette bu rahatsızlığı dûniHİ algıyla değil Billahi algı içerisinde duyacak ve yaşayacaksınız, dûniHİ yaşarsanız o rahatsızlık çok yanlış bir iştir, tümü boşa gider… Kişinin Billahi kapsamında rahatsız olması şart, ama rahatsız olmak yani levm etmek hedefe ulaşmak için yetmez, sonra bir şey daha yapmalıdır. O nedir? Karar! Kişi karar alacak. Bu yolda karar TÖVBE’dir. Kararlı olmaya karar veriyor, tövbe ediyorsun. Bu ikisini yaptı ama hala yeterli değildir. Kendine bir hedef koyacaksın. Bu yolda hedef DUA’dır. Nedir o? “Birinci olmalıyım” deyip o hedefe giden yolların gayretine girecektir. Bunları okuyunca fark ederiz ki bu yöntem, normal hayatta zaten kullandığımız bir teknikmiş. Bir işi başarmak için önce rahatsız olmak, sonra karar vermek, sonra da bir hedef sahibi olmak… Şimdi soruyoruz: Bunu normal hayatta yapıyoruz da isimleri değişince niye korkuyoruz ve yapamayız zannediyoruz. Rahatsız olmak levm etmektir, karar vermek tövbe etmektir, hedef koymak dua etmektir. Öyleyse niye korkuyoruz? Rahatsızlık, karar ve hedef işini Allah’la ilişkilendiren anlar ki, levm etmek Allah’a karşı “yanlışım” rahatsızlığıdır. Tövbe etmek, kendine “bir daha yapmamalıyım” deyip karar vermektir. Sonra da dua ederek Allah’tan Billahi algı hayalinle, hedeflerinle ilgili nusret, ikram ve lütuf talep edersin: “Allah’ım şöyle yapayım, bana bunun için yardım ediver” demekle hedefini oluşturdun ve istiyorsun. Bu bir mekanizmadır; Allah ve sistemi hakkındaki yanlışa (dûniHİ algı haline) levm etmek, tövbe etmek ve dua etmek… Bunu çalıştırmalıyız.

Billahi algının hayalini çok önemsemeli ve kendimizi “Billahi algı” halinde tutmak için zorlamalı, büyük bir gayret göstermeliyiz, kendimizi o hayalde yaşatmak için çok zorlamamız gerekiyor… Onu çok önemseyip de bu gayreti gösterdiğinizde, yaşantı ve rüyalarınızda o hayalinizle ilgili onu kuvvetlendiren çok farklı destekler göreceksiniz…

Ancak: DûniHİ algı ile varlığına vehmedilen Müstakil ve Muhtar GÜÇ hayalinden kurtulmak için “VE LA HAVLE VE LA KUVVETE İLLA BİLLÂH” zikrullahı yapılarak DûniHİ Güç iddialarını ret etmek ve silmek gerekiyor. Yöntemlerimizden birisi artık bir “Zikrullah” cümlesi oldu. Bunlara “zikir” çalışmaları da denir ama doğrusu “Zikrullah” çalışmalarıdır. Başka öğretilerin zikirleri var, Muhammedî yolda onun adı Zikrullah’tır; Allah’ı zikir, Allah’ı anmak, Allah’ı bilmek; Allah’ı unutmamaktır. EN ÖNEMLİ ZİKİR Allah’ı unutmamaktır.

Başlangıçta; düşüncelerimizde, fikirlerimizde, hayatımızın neresinde filiz veriyorsa “DûniHİ bir güç varmış” algısını fark edip siliyoruz. Çünkü işimiz algıyla. Mesela gün içerisinde biriyle konuşuyorken baktınız ki, ona DûniHİ bir güç öneriyorsunuz, yani onu Allah’tan uzaklaştırıyorsunuz. Bir an dalınca kendinizi böyle bir konuşmanın içinde buldunuz… Bütün bunları silmek için “testi kırılmadan önce” kendimize onun dersini vermemiz lazım. Kırılınca iş ayrıdır… Kırılmadan bunu yapın ki; onun yolu, “Ve La havle ve La kuvvete illa Billah”tır.

Artık işimiz yalnızca algı. Bu yüzden, Billahi bir iz oluşturabilmek için dûniHİ algıda neler varsa sileceğiz. DûniHİ algıdaki tüm güçlere “La havle ve La kuvvete” deyip “İlla Billâh” ile Billahi hayalimize döneceğiz. Bunu çok önemseyerek daima yapacağız. “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiasıyla ilahlık makamında bulunmayı da “LA İLAHE İLLALLAH” ve “LA İLAHE İLLA HU” zikrullahı ile reddedeceğiz. Sabırla ve devamlı… Sonuca bakmadan devamlı Zikrullah… Böyle uyumak, hemen aklınıza gelince bunlara devam etmek… Devamlı bu hayaller ve bu zikrullah ile yaşayacağız.

Geldiğimiz noktada; “La havle ve La kuvvete İlla Billâh” ile tüm dûniHİ güçleri sildik, “La ilahe illallah” ve “La ilahe illa HU” ile dûniHİ varlık ve ilahlık iddiasını reddettik…

Mustafa Yılmaz DÜNDAR

Aşağıların Aşağısı

2. Baskı, Sayfa: 206-220.